Ara

19 Haziran 2025 Perşembe

Tevhîdî Karşı-Ekonomi Rehberi: Sistemin Dışında Yaşamak

 

Tevhîdî Karşı-Ekonomi Rehberi: Sistemin Dışında Yaşamak

Kapitalist sistem, geçimimizi ve ahlâkımızı ipotek altına almış durumda. Vergilerle, tekellerle, lisans zorunluluklarıyla halkın emeğini gasbediyor. Biz, Tevhîdî Agoristler olarak bu düzeni reddediyor, karşı-ekonomi yoluyla alternatif bir geçim ve paylaşım ağı kuruyoruz.

Bu rehber, sisteme entegre olmadan nasıl yaşanabileceğini, karaborsanın ahlâklı biçimde nasıl yeniden yorumlanabileceğini anlatır. Suç değil, özgürlüktür bu: Zira biz yalnızca Allah’a boyun eğeriz.


1. Karşı-Ekonomi Nedir ve Neden Önemlidir?

Karşı-ekonomi; devletin ve kapitalizmin kontrolündeki yasal ve vergili pazarın dışında kalan tüm gönüllü ve karşılıklı alışveriş biçimidir. Takas, doğrudan satış, illegal gibi gösterilen ama aslında şirk sistemine dahil olmayan her türlü ekonomik ilişkidir.

Bu bir suç değil, bir direniştir.
Bu bir ticaret değil, bir ibadettir.


2. İlk Adım: Yasal Düzenin Sınırlarını Tanı

Karşı-ekonomik eylemler yasal sınırları aşabilir ama ahlâki sınırları asla aşmaz. Haram mal satılmaz, fuhuş ya da uyuşturucu gibi insanı ifsad eden işlere bulaşılmaz. Ama vergisiz ürün satmak, ehliyetsiz hizmet vermek ya da kayıt dışı çalışmak karşı-ekonomik eylemdir ve meşrudur.

✓ Meşru: Ev yapımı sabun satmak, vergi dışı gıda üretmek, takas yapmak
✗ Haram: İnsan ticareti, dolandırıcılık, bağımlılık yapan maddeler


3. Mikro Üretimle Başla

Başlamak için büyük bir tezgâha gerek yok. Evinde, atölyende, mutfağında, hatta telefonunun ucunda sistem dışı ekonomi kurabilirsin:

  • Sabun, mum, el işçiliği ürünler

  • Kendi yetiştirdiğin gıda

  • Geri dönüşümle yapılmış eşyalar

  • E-kitap, broşür, danışmanlık, el yazması eserler

Satış için sosyal medyayı veya ağızdan ağıza ilişkileri kullan. Her ürününü sadaka-i câriye niyetiyle üret.


4. Takas ve Hizmet Ağı Kur

Paraya mahkûm değilsin. İki insanın rızasına dayalı her değiş-tokuş, şirketleşmiş sistemin zincirini kırar:

  • Yemek yap — kitap al

  • Boya yap — saç kestir

  • Grafik tasarım yap — tamirat hizmeti al

İletişim için: Şûra tabanlı Telegram grupları, yerel meclisler, LⒶF / Ü✪F dayanışma ağları


5. Karaborsa: Haram Değil, Direniştir (Ama Ahlâkla)

Bugün “karaborsa” kavramı, sistemin işine gelmeyen her alternatif pazara leke sürmek için kullanılır. Oysa biz bu terimi, kapitalist düzenin dışında kalan ahlâklı alışveriş anlamında kullanırız.

☞ Karaborsa Tavsiyeleri:

  • Gıda: Devlet kontrolündeki market zincirleri yerine doğrudan üreticiden ya da ev üretiminden gıda al/sat.

  • Kitap/Zine: Baskısı yasaklanmış veya sistemce sansürlenmiş eserleri PDF/kağıt olarak çoğalt ve paylaş.

  • Eğitim: Resmî sertifikaya dayanmayan özel dersler ver, halk eğitim halkaları oluştur.

  • Kripto & Nakit: Dijital para transferlerinde anonimliği koru. Tercihen nakit kullan. Kriptoyu takas amacıyla değerlendir, yatırım fetişine dönüşmesin.

  • Mobil Pazarlar: Kalıcı dükkânlar yerine sabit olmayan lokasyonlarda ürün satışı (pazar günleri, festival alanları, apartman altı, sosyal medya ilanları vs.)

☠ Güvenlik Notları:

  • Gerçek isim yerine takma ad kullan

  • Telegram, Matrix gibi uçtan uca şifreli ağları tercih et

  • Devletin izleme sistemlerinden uzak dur (e-Devlet'e işlenen faaliyetlerden kaçın)

  • Her alışverişte sadakati, şahitliği ve dürüstlüğü esas al

! Unutma: Karaborsa bir gasp değil, sistemin haram kıldığı helâl bir pazardır.


6. Kolektif ve Kooperatif Modeliyle Genişlet

Bireysel üretim yeterlidir ama kalıcı çözüm değildir. Mahallendeki ya da çevrendeki birkaç insanla bir Tevhîdî Kooperatif kur. Herkes bir şey üretir, herkes bir şey alır.

  • Ortak arsa kiralanabilir

  • Dönüşümlü üretim nöbetleri yapılabilir

  • Ortak kâr değil, ortak ihtiyaç prensibiyle hareket edilir

“Her şey herkesin değildir. Ama kimse bir diğerinin kölesi değildir.”


7. Tevhîdî Etik Kuralları Hatırla

  1. Haram mal satılmaz

  2. Fahiş fiyat konmaz

  3. Emeğin karşılığı adaletle ölçülür

  4. Zekât ve infak mekanizması ihmal edilmez

  5. Kapitalist mantıkla değil, ümmet mantığıyla paylaşılır


Sonuç:

Karşı-ekonomi, yalnızca para kazanma yöntemi değil, küfrî düzene karşı sessiz bir cihaddır. Sistemin onayını alarak helâli yaşayamazsın. Bu yüzden biz kendi pazarımızı, kendi ahlâkımızla kurarız. Adına karaborsa derler — biz buna özgür agoranın pazarı deriz.

"Rızkı veren Allah’tır, vergi dairesi değil."



○ 
Yazdıklarımı, Hayatımın Anlamı Elif Canpolat'ıma Armağan ediyorum.
Bu sefer ''günaydın'' diyebildim sana.
Günüm aydınlandı, ''günaydın'' derken...

○ 

18 Haziran 2025 Çarşamba

Özdağın Tahliyesi hakkında...

Özdağ’ın Tahliyesi ve Türkiye’deki Siyasi Tutsakların Hukuksal Süreci


1. Özdağı'n Tahliyesi


Ümit Özdağ tahliye oldu. Bu, kimileri için bir “zafer”di, kimileri içinse adaletin bir kez daha “makbul olana” çalıştığının göstergesiydi. Fakat ben bu tahliye kararına ne bir sevinçle bakabildim ne de bir intikam duygusuyla. Gördüğüm şey; adaletin bir kez daha eşit davranmadığı, bir kez daha halkı bölmekle suçlanan bir figürü kurtarmakla meşgul olduğu bir gösteriydi.

Aşırı sağ ve yeni nesil kukla "Instagram" gençliğini domine eden Ümit Özdağ’ın tahliye kararını, hükümetin itibarı için bir kurtarma müdahalesi olarak görmekteyim.
Ümit Özdağ’dan önce, demir parmaklıklardan kurtulması gereken daha değerli isimler bulunmaktaydı. Açıkçası, şu 140 küsurluk süreç içerisinde alınan bu ani karardan önce, görülmesi gereken daha büyük davalar vardı.

Devlet tapar siyasilerin arasındaki koltuk mücadelesini, bizler karanlık içerisinden izleyeceğiz.
Elbet zamanı geldiğinde, uğraşmaları gereken daha büyük bir sıkıntıları olacaktır...
Tabii, koltuklarından vazgeçmezler ise.

2. Faşist Kapitalin Cellatları

Ümit Özdağ yalnızca siyasi bir figür değil; nefret söylemini gündelik siyasetin merkezine oturtan bir aktördür. Mültecilere, göçmenlere, farklı etnik kimliklere karşı kullandığı ifadeler, basit bir “fikir özgürlüğü” meselesi değildir. Bunlar doğrudan doğruya sokaktaki linç girişimlerinin, sosyal medya nefretinin, politik kutuplaşmanın besin kaynağıdır.

Bu tahliye, eğer sıradan bir yurttaş hakkında olsaydı, acaba aynı hızda gerçekleşir miydi? Ya da o yurttaş, sistemin onayladığı bir dili değil de “sisteme ters düşen” bir söylem kullansaydı, kaç yıl içeride tutulurdu?

Demirtaş, ise karşımızda duran başlıca bir örnektir zaten.

3. Hukukçuların kamburluğu

Dava sürecinde dikkat çeken şey, özellikle delillerin niteliği ve yargının çifte standardı oldu. Bir yanda birkaç tweet nedeniyle yıllardır cezaevinde kalan insanlar; öte yanda sokakları galeyana getiren bir siyasetçinin yalnızca birkaç ay içeride kalması. Bu denklemde adaletin terazisi güce ve görünürlüğe göre eğilmiş gibiydi.

Özdağ’ın söylemleri yıllardır bir iç düşman yaratma stratejisinin parçasıydı. O düşman bazen mülteciler oldu, bazen Kürtler, bazen de “yerli ve milli olmayan herkes.” Böyle bir dil, yalnızca adaleti değil, toplumsal barışı da yaralar.

''Filistin, bizim meselemiz değildir," diye haykıran birisine ben de şimdi: Senin koltuk sevdan da bizim meselemiz değildir, ''Japon mülteci''... Diye haykırıyorum.

4. Ampulleri söndürmek lazım ve Son

AK Parti iktidarı artık son kozlarını oynamakta. Ümit Özdağ’ın tahliyesi, bir itibar kurtarma çabası. Belki de Özdağ, soğan gibi söylediklerini arkasında bırakıp omurgasını kaybeder. Her ne olursa olsun, faşist iktidarın faşist eylemleri hiçbir şekilde hukuksal olmayacaktır.

Bu tahliye kararı beni sevinçle değil, endişeyle doldurdu. Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, partiler veya kişiler üzerinden yürüyen “hukuk pazarlıkları” değil; evrensel, ilkeli ve eşitlikçi bir adalettir. Ümit Özdağ gibi isimlerin “sisteme rağmen değil, sistemin içinden” dokunulmazlık kazandığı bu tablo, adaletin siyasallaştığı bir fotoğraftır.

Ben adaleti seviyorum. Ama adaletin adil olmadığı bir coğrafyada yaşamak, her seferinde vicdanımı kanatıyor.

Bu yazdıklarımı, hayatımın anlamı Elif Canpolat’ıma armağan ediyorum. Bugün geç kalktım, keşke sana “günaydın” diyebilseydim... Özür dilerim. Seni bekliyorum.


17 Haziran 2025 Salı

Proudhon Üzerine: Tevhîdî Bir Agoristin Kalbinden Beş Bölümde Şükran

Proudhon Üzerine: Tevhîdî Bir Agoristin Kalbinden Beş Bölümde Şükran

1. Kalbimi Ona Açarken

Ben, bir Tevhîdî Agoristim. Her şeyin üstünde Allah’ın birliğine ve kullarının özgürlüğüne inanırım. Bu iki inanç, benim için yalnızca birer ilke değil, yaşamanın ta kendisidir. O yüzden dünyaya baktığımda, kimi zaman mü’min olmayanlarda bile hakikatin izini görürüm. Pierre-Joseph Proudhon, bu izleri en çok bırakanlardan biri.

Evet, Proudhon bir kâfirdi. Allah’a inanmadı. Peygamberi tanımadı. Fakat bu onu tümüyle karanlıkta bırakan bir durum olmadı gözümde. Zira onun kalemi adaleti aradı. Ve bazen, iman ettiğini söyleyen nice dilsizin sustuğu yerde, onun gibi bir inkârcının kalemi konuşur oldu. Bu bana acı bir hakikati gösterdi: Her secde eden adil değildir, her adil de secde eden değildir.

2. “Mülkiyet Hırsızlıktır” Derken Benim İçimde Ne Uyandı?

“Mülkiyet hırsızlıktır.”
Bu cümle, sadece bir siyasal slogan değil; içimi titreten bir çağrıdır benim için. Başta itiraz ettim. Çünkü İslâm mülkiyeti tümüyle reddetmez. Fakat sonra Proudhon’un neye karşı çıktığını anladım: Emeğin gasp edilmesine, toprakların çitlenmesine, halkın alın terinin bir avuç asalak tarafından yağmalanmasına.

Benim iman ettiğim kitap da diyor ki: “Birbirinizin mallarını batıl yollarla yemeyin...” (Bakara, 188).
Proudhon’un öfkesiyle Kur’ân’daki bu ayet içimde çarpıştı ve sonunda barıştı. Çünkü o, mülkün değil, mülk bahanesiyle yapılan zorbalığın düşmanıydı. Ve ben de öyleyim. Mülkiyet, eğer insanı özgürleştirmiyorsa, eğer paylaşımı değil tahakkümü besliyorsa, evet: hırsızlıktır.

Proudhon’un bu sözüyle birlikte kendime şu soruyu sordum: Biz mülkü mi emanet biliyoruz, yoksa onun kölesi mi oluyoruz?

3. Devletin Elinden Vicdanımı Kurtardım

Proudhon’un gözünde devlet, kurumsallaşmış bir zorlama ve gasptı. Bu konuda onunla kalpten kalbe anlaştık. Ben devletin İslâm'daki ideal “adlî” tanımını elbette tanırım. Ama pratikte, devlet dediğimiz şeyin halkın üstünde bir firavunlaşma eğiliminde olduğunu da biliyorum.

Proudhon devlete düşman değil; zorbalığın her türüne düşmandı. Onun önerdiği şey, merkezsiz bir toplum, karşılıklı yardımlaşan bir cemiyet, adaletin merkezi değil yatayda üretildiği bir düzendi. Bu bana, Hz. Peygamber’in Medine Vesikası’ndaki toplumsal yapıyı hatırlattı: Otokratik değil, katılımcı. Hiyerarşik değil, dayanışmacı.

Benim için devlet, eğer adaleti tesis etmiyor ve halkı özgürleştirmiyorsa, yıkılmalıdır. Proudhon bunu yıllar önce kendi lisanıyla haykırmıştı. Ben bugün onun sesine kendi sesimi katıyorum.

4. Emek, Onur ve Karşılıklı Yardımlaşma

Proudhon’un fikirlerinde beni en çok etkileyen şey, emeğe verdiği değer oldu. O, üretimi kutsallaştırmadı ama emeği onurlandırdı. “Karşılıklı mübadele” ilkesini savunurken, piyasa ekonomisini bir rekabet alanı değil; işbirliğinin zemini haline getirmeyi önerdi.

Ben de inanıyorum ki: İnsan alın teriyle özgürleşir. Kimse bir başkasının emeğinden çalarak zenginleşmemeli. Bu yüzden faizli kredilere, tefeciliğe, rantçılığa karşı Proudhon’un geliştirdiği “halk bankası” ve “emek kredisi” gibi çözümler bana asla yabancı gelmedi. Aksine, bunları İslâm'ın iktisadî ahlâkına çok yakın buldum.

Kapitalizme karşıyım ama tembelliğe de. Emek kutsaldır. Ve Proudhon bana bunu yeniden öğretti: İnsan üretmeli, paylaşmalı ve kimse kimseye kul olmamalı.

5. Bütün Farklara Rağmen, Teşekkür Ederim

Ben Proudhon’u bir kardeş gibi göremem; iman çizgimiz farklı, âhiretimiz ayrı. Fakat ona düşmanlık da edemem. Çünkü onun kaleminde adalet vardı. Çünkü o, zulmü yalnızca tanımadı, ona kafa tuttu. Bu başlı başına bir saygıyı hak eder.

Belki cennette birlikte olmayacağız. Belki onun defteri şirkle doludur. Ama ben burada, bu dünyada onun fikirlerinden öğrendim. Ve bunu saklamayacağım. Onun kalemi, bana İslâm’ı daha bilinçli savunmayı öğretti. Onun anarşizmi, bana devletin değil, cemaatin kıymetini hatırlattı.

Ey Proudhon…
Sen benimle aynı secdeye kapanmadın.
Ama bazen, aynı zulme karşı diz çökmemek için aynı safta durduk.
Sana dua edemem, ama teşekkür ederim.
Çünkü senin arayışın, beni kendi hakikatime daha güçlü bağladı.


Yazdıklarımı, hayatımın anlamı Elif Canpolat’ıma armağan ediyorum.
Keşke aramızda uzak mesafeler olmasaydı şimdi.
Ama merak etme; yıllar geçiyor, benim sana ulaşabilmem için.

16 Haziran 2025 Pazartesi

LⒶF Ve Ü✪F

Gençliğe Direnişin ve Adaletin Çağrısı: LⒶF ve Ü✪F’a Katıl!

Sessizleşen LⒶF oluşumunu tekrardan canlandırıp, bunu Ü✪F ile genişletmek istiyoruz. Ben bu satırları bir inançla, bir öfkeyle, ama en çok da bir umutla yazıyorum. Adaletin yeryüzünde iktidarsızca yeşerdiği bir fikre; Tevhîdî Agorizm’e gönül vermiş bir genç olarak sesleniyorum size. Liselerde ve üniversitelerde her gün üzerine yürüdüğümüz o ağır betonun altında saklı olan özgürlük tohumlarına sesleniyorum. Çünkü artık beklemenin zamanı geçti. Artık örgütlenmenin, kök salmanın ve eyleme geçmenin zamanıdır.

LⒶF ve Ü✪F: Adını Sahiplen, Direnişi Kuşan

LⒶF (Liseli Anarşist Faaliyet) ve Ü✪F (Üniversiteli Anarşist Faaliyet), kuru bir sloganın değil, hakikatin ve özgürlüğün örgütlü biçimidir. Bu iki yapı, yalnızca bir muhalefet değil; yeni bir dünyanın çekirdeğidir. Artık bu yapılar, Tevhîdî Agorizm’in taşıyıcısıdır. Bizler, inancımızı ve adalet hissimizi kapitalist ya da otoriter düzenlere yedeklemeyecek, Allah’tan başkasına boyun eğmeyecek şekilde yeniden inşa ediyoruz.

Biz Kimiz?

Biz, kantin sıralarında başkaldırıyı düşleyenleriz. Biz, sınavlara değil; birbirimize güvenmeye çalışanlarız. Biz, devlete tapanlara değil, cemaatte hakikati arayanlara kulak verenleriz. Ne devletin baskısına, ne şirketlerin sömürüsüne, ne de sahte devrimcilerin iktidar heveslerine eyvallah ederiz.

Ne Yapmalıyız?

  1. Önce konuş!
    Sessizliği böl. Sınıf arkadaşınla, kantindeki kişiyle, dersteki hocanla konuş. Sistemin adaletsizliğini dile getir. Aç kalmanın, dışlanmanın, sınav terörünün nedenini adlandır: otorite ve tahakküm.

  2. Küçük halkalar kur!
    3 kişi, 5 kişi fark etmez. Aynı duyguları paylaşanlarla bir araya gel. Haftalık bir araya gelişler düzenle. Konuşun, okuyun, tartışın. Kur’an’dan bir ayet, Stirner’den bir satır, Proudhon’dan bir fikir… ama her şey özgürlük uğruna.

  3. Kampüsleri ve okulları forum alanına çevir!
    Boş kalan sınıfları, okul bahçelerini, kütüphaneleri tartışma ve dayanışma alanı yap. Duvarlara kâğıtlar as, pankartlar hazırla, bildiriler dağıt. Meşru eylem biçimlerinden korkma: Bu senin hakkın!

  4. Yardımlaşma ekonomileri kur!
    Yemekhane kartlarını paylaş, kitap değiş tokuşu yap, barınma krizi yaşayanlara omuz ver. Küçük dayanışma ağları yarın büyük cemaatleri oluşturacak.

  5. Talepleri birlikte yükselt!
    Anarşistiz diye talepsiz değiliz. Aksine, taleplerimiz hakikatin ta kendisi:

    • Parasız ve nitelikli eğitim

    • Öğrenci karar meclisleri

    • Her türlü baskıya karşı kolektif savunma

    • Vicdan özgürlüğü ve itaatsizlik hakkı

    • Kampüslerde sömürüye ve polis varlığına hayır!

Korkma, Yalnız Değilsin

Unutma, her isyan önce yürekten bir "artık yeter!" çığlığıyla başlar. Sen yalnız değilsin. Senin gibi düşünen binlerce öğrenci var ve biz, bu kıvılcımları büyük bir meşaleye çevirmek için buradayız. Tevhîdî Agorizm, modern devletin zincirlerini kırarken ümmet ruhuyla, ama iktidarsız bir inançla hareket eder. Biz ne tapınırız lidere, ne güven duyarız seçilmiş hükümdarlara. Biz kardeşiz, yoldaşız, omuz omuzayız.

Son Sözüm Şu:

LⒶF’a ve Ü✪F’a katıl.
Ama sadece katılma. Sahiplen.
Onarıcı, özgürlükçü, inançlı bir anarşizmin, bu topraklara ait bir örgütlü başkaldırının, yeni bir nesil mücadelesinin taşıyıcısı ol.

Ben oldum. Sıra sende.

Hayatımın anlamı Elif Canpolat’ıma sevgilerle.
Teoman dinliyorum...

Daniel De Leon ve Fikirleri II. Bölüm

 

Tevhîdî Agorizm’in Bakışıyla De Leonizm Eleştirisi


II. Bölüm

I. Bölüm İçin Buraya Tıklayın


6. İktidarın Sınıfsal Dönüşümü: Kutsaldan Arındırılmış Bir Yapı Olarak Sendikalizm

De Leonist anlayışta, iktidarın sınıfsal karakteri, burjuvaziden proleteryaya doğru devredilmek istenir. Lakin bu devrin kendisi, kutsaldan tümüyle arındırılmış bir iktidar tasavvuruna dayanır. Sendikaların üretim araçlarını ele geçirmesiyle tesis edilen yapı, yalnızca sınıfsal bir tahakküm değişikliğidir; ilkesel bir adalet tesisinden ziyade, iktidarın el değiştirmesidir. Bu, Firavun’un yerine Karun’un geçmesinden farksızdır eğer bu dönüşüm ilahi meşruiyetle beslenmemişse.

Tevhîdî Agorizm, iktidarı yalnızca dünyevi bir araç olarak görmez; iktidarın amacı, Allah’ın rızasına vesile olmaktır. Bu sebeple, bir sınıfın diğerine galip gelmesi değil; hakikatin, merhametin ve adaletin galebe çalması esastır. De Leonizm ise bu hassasiyeti taşımaz. Sendikalar, üretim birimlerinin yeni otoritesi haline gelirken, bireyin iradesi, takvası ve ahlaki istikameti sistemin dışında kalır.

Sendikalizmin doğasında, maddi refahın belirleyici olduğu seküler bir düzlem yatar. Oysa İslamî şuur, adaleti maddi paylaşımdan ibaret saymaz. Kardeşliği, sadece işbirliği değil; imanla örülmüş bir ruh bağı olarak görür. De Leoncu sistemde işçiler, fabrikaların yönetimini alabilir; fakat kalplerin yönetimini kaybederler. Kalplerin fethedilmediği bir devrim, nihayetinde başka bir tahakkümle sonuçlanır.

Bireyler, sendikaların tahakkümüne rıza gösterdikçe, yeni bir bürokratik sınıfın doğması kaçınılmazdır. Bu, tarihte defalarca tecrübe edilmiş bir gerçektir. Sovyetlerde parti komiserlerinin halktan kopuşu neyse, De Leonist sistemde sendikal teknokratların yükselişi de odur. Üretim araçlarını ele geçirmek, ahlaki inkılap gerçekleştirmedikçe bir zulmün yerine başka bir zulüm koymaktır.

Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, yalnızca tahakkümün kimde olduğu sorusuyla ilgilenmez. Biz, tahakkümün kendisine düşmanız. Çünkü biz, mülkün sahibi olmadığımızı; sadece onun emanetçileri olduğumuzu biliriz. O emaneti adaletle, hikmetle ve ihlasla taşımak için ne kolektif kurullara ne de teknokratlara boyun eğeriz. Biz yalnızca Hakk’a secde ederiz.

Bu yüzden Tevhîdî Agorizm’in devrim tasavvuru, sadece iktidarın el değiştirmesini değil, iktidarın mahiyetini dönüştürmeyi hedefler. Çünkü gerçek inkılap, yönetim biçimlerinde değil; insanın iç dünyasında gerçekleşir. İnsan, önce nefsinin despotluğundan kurtulmalı, sonra toplumun tahakkümüne karşı durmalıdır. Aksi halde, hangi sınıfın yönettiği değil, hangi putun hâkim olduğu tartışması yapılır ki bu da bizi tevhîd çizgisinden uzaklaştırır.

De Leonist sistem, yönetimi “kolektif akla” teslim ettiğini söyler. Ancak bu akıl, aşkın bir değerle sınırlandırılmadıkça mutlaklaşır. Bu da kolektifin diktasına yol açar. Tevhîdî Agorizm ise şûrâ prensibini benimser; ama bu meşveret, yalnızca Allah’ın hududunu çiğnemeyen görüşleri dikkate alır. Çünkü istişarenin meşruiyeti, hakikate tabi olmasına bağlıdır. Sayıca fazla olanın değil, Hakk’a en yakın olanın sözü muteberdir.

Bunun içindir ki biz, bir sınıfın diğerine üstün gelmesini hedeflemeyiz. Biz, tüm sınıfların Allah önünde eşitlendiği bir zemin ararız. Ve biliriz ki; adalet, ancak ahlakla taşınabilir. Ahlakı olmayan bir iktidar, ister bireyin, ister kolektifin elinde olsun; zulmün kaynağı olmaya mahkûmdur.

İşte tam da bu noktada Tevhîdî Agorizm, çağın bütün devrimci söylemlerinden ayrılır. Çünkü bizim devrimimiz, üretim araçlarını değil; kalpleri fethetmeyi amaçlar. Bizim seferimiz, sadece zalimlere karşı değil; nefsin hırsına, kibrine, dünyaperestliğine karşıdır. O yüzden biz, De Leonizmin proleter devletine değil, nefsin iktidarına son verecek bir kulluk devrimini savunuruz.

Bu devrim, ne bir manifestoyla başlar, ne de bir seçimle sonuçlanır. Bu devrim, sabah namazıyla başlar; helal kazançla büyür; ve infakla kemale erer. Ve biz inanırız ki; kalbin fethini başaramayan hiçbir devrim, hakikatte başarılı değildir.

Bunun içindir ki Tevhîdî Agorizm, sadece “iktidarın kimde olduğu” sorusunu soran bir sistem değildir; “iktidarın neden olduğu”, “nasıl meşrulaştığı” ve “neye hizmet ettiği” sorularını da ısrarla gündeme getirir. De Leonist modelde sendikal düzen, üretimi merkeze alır ve insana “üreten varlık” kimliğiyle yaklaşır. Fakat insanın hakiki kimliği, üretmekten öteye geçer; o, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Üretim değil, sorumluluk taşır. Makinelerin dişlisi değil, hikmetin öznesidir.

Sendikal federasyonlar altında inşa edilen sosyalist devlet, üretimi organize edebilir; ancak adaleti doğurmaz. Zira adalet, matematikle değil, merhametle kurulur. Planlama, ahlaka dayanmadıkça kibirli bir tahakküm aracı olur. Nitekim tarihte bunu Sovyet teknokratlarında, Çin’in komünal mühendisliğinde ya da sendikal bürokrasilerin yükselişinde gördük. Hiçbiri insana "emanetçi" olduğu hakikatini hatırlatmadı.

Tevhîdî Agorizm, işte bu yüzden sadece ekonomiyle değil, kalp eğitimiyle başlar. Agoranın özgürlüğü, içsel bir tevhid bilinciyle mümkündür. Agorayı helalleştiren şey, mübadele değil; niyettir. Paylaşımı meşrulaştıran şey, sözleşme değil; rızadır. Ve bu rıza, ne devlet eliyle sağlanabilir, ne de kolektiflerin mutlaklığıyla. Bu rıza, sadece Allah’ın hükmünü merkeze koymuş bireylerin özgür iradesiyle doğar.

Ve biz inanırız ki: Zulüm yalnızca zorbalıkla değil, niyetin kirlenmesiyle de başlar. Zulüm sadece işçiyi sömürmek değildir; onun ruhunu “üretim makinesi”ne indirgemek de bir zulümdür. Bu yüzden, üretimin kutsandığı her düzen bizim için eleştiridir; çünkü biz, ancak kulluğun kutsal olduğuna inanırız.

7. Paranın Şahitliği: İslami Pazarın Yüceliği ve Agoristik Ahlak

Tevhîdî Agorizm’in temel taşlarından biri, paranın yalnızca bir alışveriş aracı değil; aynı zamanda bir şahitlik olduğudur. Para, her alışverişin ardında kalan bir izdir. Kimin neyi, kimden, hangi niyetle aldığına dair sessiz bir tanıktır. İşte bu yüzden, bizim için para biriktirilecek bir servet değil; hesap gününde karşılık bulacak bir emanettir.

De Leonizm gibi sistemler, parayı üretimin karşılığına, emek değerine ya da toplumsal planlamanın nesnesine indirger. Paranın ahlaki bir işlevi yoktur bu düşünce içinde; sadece bir araçtır, hatta ideal olan durumda tamamen ortadan kaldırılması savunulur. Oysa biz biliriz ki, para ortadan kalktığında değil; anlamını bulduğunda özgürlük doğar.

İslami pazar, mübadele sistemini yalnızca arz ve talep düzleminde değil; vicdan, helallik ve adalet düzleminde kurar. Tevhîdî Agorist pazarda hiçbir işlem, tarafların rızası ve bilgi açıklığı olmadan geçerli değildir. Faiz, rant, karaborsa, tekelcilik gibi mekanizmalar; sadece ekonomik suçlar değil, teolojik ihlaller olarak görülür. Çünkü bu yapılar, Allah’ın mülkünü gasp etmekle kalmaz; insanın emanetçiliğini bozar.

Kapitalist sistemde para, servet birikimi için çalışır; sosyalist sistemlerde ise planlama aracına indirgenir. Oysa bizim için para, bir ahlaki trafik düzenleyicisidir. Hakkın yerini bulduğu, alın terinin şereflendiği, zenginin zekâtla temizlendiği bir terazidir.

Tevhîdî Agorizm’de para; altın, gümüş veya değişken bir takas aracı olabilir; önemli olan, şeffaflık ve rızadır. Bu sistemde değer, piyasa zorbalığıyla değil; toplulukların vicdanıyla belirlenir. Herkesin “fiyatı” belirlemesi değil; herkesin “hakkı” bilmesi esastır. Pazar, tüketicinin değil; adaletin hakemidir.

Ve biz inanırız ki: İslam’ın Medine pazarı, modern pazarların en büyük alternatifidir. Çünkü orada denetim devletin değil, halkın şahitliğiyle olurdu. Orada zenginler, yalnızca daha çok kazananlar değil; daha çok infak edenlerdi. Orada kar, sadece ekonomik değil; ahlaki bir zaferdi.

Tevhîdî Agorizm, bu mirası bugünün dünyasına taşımayı hedefler. Sadece piyasaya karşı değil; piyasayı tanrılaştıran her yapıya karşı çıkar. Piyasa, bir sınav alanıdır; özgürlüğün de, kibrin de çıktığı yerdir. Biz, bu sınavda kulluğu unutmayacak pazarlar kurmakla mükellefiz.

Bu yüzden biz, her paranın arkasında bir dua, her alışverişin ardında bir ahlak görürüz. Alışveriş, sadece arz-talep dengesinin değil; kalplerin ve niyetlerin buluştuğu bir ibadettir. Her kuruş, bir niyetin yansımasıdır. O niyet ya hakka çıkar, ya da zulme. Ve biz bu niyetin ahirette karşımıza çıkarılacağına iman ederiz.

Tevhîdî Agorist pazarda, fiyatlar kârın değil kanaatin diliyle belirlenir. Malın çokluğu değil, bereketi önemlidir. Ticaretteki başarı, başkasının önüne geçmek değil; başkasına fayda vermekle ölçülür. Biz, "helal kazanç" kavramını sadece dini bir terim olarak değil; adil üretim, temiz tüketim ve şeffaf dağıtımın bütünsel ahlakı olarak görürüz.

Ve asıl fark burada başlar: Kapitalizmde fiyat rekabeti, insanları birbirine düşürür; sosyalizmde ise merkezi planlama, bireyin rızasını hiçe sayar. Ama Tevhîdî Agorizm, fiyatı ne kartellere ne bürokrasiye bırakır. Fiyatı, hakkaniyetin dili ve cemaatin vicdanı belirler. Herkesin paylaştığı bir sofrada, kimse lokmanın ölçüsünü tek başına tayin edemez.

Bizim pazarımızda rekabet, düşmanlık değil; ihsan yarışıdır. Tüccar, rakibinden fazla kazanmak için değil; daha azla kanaat ederek Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır. Çünkü biz biliriz ki: Helalin bereketi, haramın çokluğundan üstündür.

Ve bu yüzden bizim gözümüzde pazar, ekonomik değil, ahlaki bir kurumdur. Pazarın kalbi terazidir; dili, sadakattir; yasası ise Allah’ın koyduğu ölçüdür. İşte Tevhîdî Agorizm, bu pazarı yeniden inşa etmek için vardır. Bir yandan agorayı özgürleştirirken, öte yandan Allah’ın hükmünü orada yaşatmayı amaçlar.

Çünkü bizim hedefimiz yalnızca sermaye tahakkümünü yıkmak değildir. Aynı zamanda, rızaya dayalı ve kulluğu esas alan bir mübadele düzenini kurmaktır. Bizim ticaretimizde kazanç değil, rıza önceliklidir. Çünkü para da, mal da, mülk de geçer; ama ahlak kalır. Ve işte o ahlak, bizim pazarımızın ruhudur.

Ve biz şunu açıkça ilan ederiz: Pazar, yalnızca ihtiyaçların değil; inancın da tezahür ettiği bir yerdir. Orası secde edilen bir mabed değilse de; doğruluğun, sadakatin ve hakkaniyetin ayakta tutulduğu bir mihraptır. Mallar sadece terazide değil, vicdanda da tartılır. Tartıyı eksik tutanların değil, kalbini adaletle dolduranların kazandığı bir meydandır bu.

Tevhîdî Agorist bakışta, malın fiyatı onun ne kadar talep gördüğüyle değil; onu üretenin niyeti, harcadığı emek ve topluma olan katkısıyla ölçülür. Yani bizde fiyat, ahlaki bir değer ölçüsüdür. Bu yüzden bizim pazarlarımızda ‘indirim’ değil; ‘infak’ kültürü hâkim olur. Biz kar marjı yerine ‘sadaka marjı’ inşa ederiz. Ve bizce bir pazar, yalnızca insanların karnını değil; ruhunu da doyurmalıdır.

İslami pazarda tüccar, bir satıcı değil; bir şahit, bir hakem, bir kuldur. O, alıcıyı değil; Allah’ı razı etmek için satış yapar. O yüzden bizim pazarlarımızda güvenlik kameralarına değil, Allah korkusuna ihtiyaç vardır. Çünkü biz biliriz ki; kamera görmediğini, Melekler yazar. Alışverişin şahitleri yalnızca insanlar değil; Kiramen Kâtibîn’dir.

Kapitalist sistemin pazarı, insanı tüketiciye; tüketiciyi ise yalnızca doyumsuz bir talep makinesine dönüştürür. Sosyalist sistemin pazarı ise arzı planlayarak insan iradesini boğar. Her ikisi de kalbi susturur, niyeti unutturur. Oysa bizim pazarımızda insan, kuldur. Hürdür, ama sorumludur. Satarken de alırken de Rabbine karşıdır. Ve işte bu yüzden bizim pazarlarımızda özgürlük, başıboşluk değil; ahlaki öz disiplinle mümkündür.

Biz, “serbest piyasa”yı savunurken bile; onun kulca bir sorumlulukla işlenmesini isteriz. Çünkü serbestlik başıboşluk değildir. Serbestlik; şeytanın değil, vicdanın hürriyetidir. Ve bizim agoralarımızda bu vicdan, kalabalığın değil; hakkın sesiyle konuşur.

Bütün bu düzenin nihai hedefi, zengini daha zengin etmek değil; toplumu daha adil, ticareti daha helal, hayatı daha fıtratla uyumlu hale getirmektir. Çünkü biz biliriz: Ekonomi, Rabbimizin kullar üzerindeki imtihan alanlarından biridir. Bu imtihanda kimisi mal ile, kimisi yoklukla, kimisi elindekiyle sınanır. Ama herkesin şahit olduğu şey aynı kalır: Paranın ardındaki niyet.

Ve son olarak şunu haykırırız:
"Paranın tanrı olduğu bir dünyaya karşı, biz onu sadece bir şahit kılmaya geldik."
Çünkü biz, Allah’tan başkasına kulluk etmeyiz. Alışverişte bile.

8. Ontolojik Sapma ve Epistemolojik Körlük: De Leonizm'in Felsefi Zaafı

Her sistem, dayandığı bir ontolojiyle konuşur; her ideoloji, kendi epistemolojisini üretir. De Leonizm ise, köklerini pozitivist bir varlık ve bilgi anlayışından alır. Varlığı, gözlemlenebilir, ölçülebilir ve üretimle anlam kazanan bir madde olarak tanımlar. Bilgiyi ise, sınıfsal pozisyonla sınırlı bir bilinç ürünü olarak görür. Bu yaklaşım, insanı yalnızca sosyo-ekonomik ilişkilerin bir türevi olarak anlamlandırır. Oysa Tevhîdî Agorizm, insanı yalnızca bir üretici değil, hakikatin öznesi olarak kabul eder.

De Leonist düşünce, Marksist gelenekten miras aldığı üzere, tarihsel materyalizmi temel ontolojik çerçeve olarak benimser. Bu çerçevede, hakikat; üretim ilişkileriyle belirlenir. İnsan, bu ilişkilerin içindeki bir "tarihsel fail"dir, ama aynı zamanda onlara tâbidir. Hürriyet, ancak üretim araçlarının kolektifleştirilmesiyle mümkündür. Oysa bu kolektifleştirme, ontolojik olarak "insanı bir bütün olarak" kavrayamaz; onu sadece tarihsel bir sınıf varlığına indirger.

Tevhîdî Agorizm ise, ontolojisini Tevhid ilkesine dayandırır. Bu, varlığın birliğini, merkeze Allah’ın hükümranlığını ve insanın sorumluluğunu koyar. İnsan, ne sadece bir sınıfın temsilcisidir ne de yalnızca üretim ilişkilerinin bir çıktısıdır. İnsan, Allah’ın halifesi olarak özneleşir. Özneleşme; sadece kolektif mülkiyetle değil, kulluk bilinciyle mümkündür. Çünkü özgürlük, materyal zincirlerden kurtulmakla değil; hakikatin bilgisiyle bağ kurmakla başlar.

Bu noktada De Leonizm’in en temel epistemolojik zaafı ortaya çıkar: Vahyi dışlayan bir bilgi anlayışı. O, bilgiye yalnızca tarihsel ve sosyo-ekonomik çelişkilerden ulaşılabileceğini savunur. Bu, "marifet"i sadece materyal gerçeklik üzerinden yorumlamaktır. Oysa biz biliriz ki; bilgi, yalnızca duyularla değil; kalple de algılanır. Bilgi yalnızca betimleyici değil; irfani ve hikemî de olabilir.

Tevhîdî Agorist anlayış, bilgiyi yalnızca araçsallaştırmaz; onu hakikatle buluşmanın yolu olarak görür. Bilgi, insanı tüketiciye değil; kul olana dönüştürmelidir. De Leonizm’de ise bilgi, iktidarın yeniden örgütlenmesi için kullanılır. Bu da bizi, Foucaultcu anlamda bir bilgi-iktidar ilişkisine taşır. Kolektif iktidar, üretim bilgisi üzerinden yeniden inşa edilir; ve bu, tek bir sınıfın mutlak doğruyu temsil ettiği yeni bir epistemik tahakküm alanı doğurur.

İşte bu yüzden De Leonist "üretim konseyleri", yalnızca kapitalistin yerine sendikal bir despotizmi koyar. Tahakküm biçim değiştirir; öz değişmez. Bu, Heideggerci anlamda teknik aklın iktidarıdır. Varlık, “üretilen” ile tanımlanır; “olan” unutulur. Her şey, üretilebilirlik üzerinden değer kazanır. İnsan bile.

Tevhîdî Agorizm ise varlığı “üretim”e değil, “emanet”e bağlar. İnsanın değeri, ürettiğiyle değil; teslimiyetiyle ölçülür. Çünkü biz biliriz: Varlık, sadece “mevcud” değil; “meşhud”dur da. Görünenin ardında bir hakikat vardır. Ve o hakikat, yalnızca sınıf mücadelesiyle değil; kalbin saflaşmasıyla anlaşılır.

Bu yüzden bizim mücadelemiz, bir iktidar mücadelesi değil; bir istikamet arayışıdır. Biz yalnızca yeni bir üretim ilişkisi değil, yeni bir insan tasavvuru inşa etmek istiyoruz. Çünkü bizim için asıl devrim, üretim araçlarını el değiştirmek değil; insanın yönünü kıbleye çevirmesidir.

Ve şunu da biliriz ki: Hakikat, sadece “üretilen” değil; takdir edilendir. İnsan, sadece üretim ve tüketim arasında salınan bir meta değildir; onun içinde ilahi bir emanet vardır. De Leonist tasavvur, bu emaneti okuyamaz; çünkü onun ontolojisinde emanet değil, sadece sermaye ve emek vardır. Oysa “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar onu yüklenmekten çekindiler, insan ise onu yüklendi.” (Ahzab 72)

İnsan, sadece üretim çarkına entegre bir dişli değildir. O, Rabbinden aldığı bir sözün taşıyıcısıdır. Ve bu söz, yalnızca ekonomik adaletin değil; ontolojik sadakatin de temelidir. De Leonist projede bu sadakat yoktur; orada adalet, sınıfsal eşitlikle sınırlıdır. Oysa bizim için adalet, hak ile bâtıl arasında net bir çizgidir.

Tevhîdî Agorizm’in amacı, bir üretim toplumu kurmak değil; bir şahidlik toplumu inşa etmektir. Bu yüzden bizim kuracağımız sistemde, iktidar odaklı hiçbir bilgi formu otoriteleşemez. “Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) ayetiyle bildirilmiş bu bilgi ahlakı, otoriteyi değil; hidayeti ve tevazuyu doğurur. Bizde bilmek, hükmetmek değil; şahitlik etmektir.

De Leonist konseyler, işçi sınıfını merkeze alarak yeni bir merkezîyet üretir. Bu merkezîyet, Marksizmin reddettiği “iktidar”ı sadece başka bir aktöre verir. Bu, özünde yeni bir Firavunlaşmadır. Belki ismi proletaryadır ama işlevi aynı: Tüm toplumu tek bir özne üzerinden örgütlemek. Oysa biz diyoruz ki: “Ey iman edenler! Hep birlikte barışa, İslam’a girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin.” (Bakara 208)

İşte bu çağrıdır ki, merkeziyetçiliğin değil, birlikte ama özerk yaşamanın yolunu gösterir. Tevhîdî Agorizm, bu anlamda ne Jakoben'dir ne de teknokratiktir. Biz, toplumu yukarıdan aşağıya biçimlendirmek istemeyiz. Biz, toplumu içten dışa doğru mayalamak isteriz. Tıpkı Hz. Muhammed’in Medine’de yaptığı gibi: İktidar kurmadan, ama otorite inşa ederek.

Çünkü bizim için hakikat, yalnızca doğru olan değil; doğru yolda olunandır. Ve bu yolda yürüyen için kıble bir yön değil; yöneliştir. İşte bu yönelişle, üretim değil emanet, bilgi değil hikmet, otorite değil şura, merkez değil cemaat, plan değil vicdan öncelik kazanır.

Bu sebeple bizim mücadelemiz, hiçbir zaman sadece iktisadi değil; metafizik bir mücadeledir. Zira batıl sistemler sadece yanlış yönetmez; yanlış ontolojiler üretir. Ve bizim devrimimiz, yalnızca düzeni değiştirmek değil; varlığı yeniden okumaktır.

Çünkü biz şunu bilir ve ilan ederiz:
“Allah sizi, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa 58)
Ve bu ilahi hüküm, bizim devrim manifestomuzdur. Ne proletaryanın diktatörlüğü, ne teknokratların planı; yalnızca Hakk’ın adaleti.

9. Halifelik ve Hürriyet: Tevhîdî Agorizm’de Bireyin Hakiki Özgürlüğü

Tevhîdî Agorizm, özgürlüğü yalnızca bireysel tercih hakkı olarak değil; ilahî sorumluluğun idrakiyle bütünleşen bir bilinç hali olarak tanımlar. Modern düşünce sistemleri için özgürlük, çoğu zaman otoritenin yokluğu ya da arzuların sınırsızca tatminiyle eşdeğer tutulur. Ancak bu anlayış, insanı hayvani dürtülerine mahkûm eden, özgürlüğü istikametini kaybetmiş bir serbestliğe dönüştüren bir yanılsamadır.

Oysa Tevhîdî Agorist bakışta özgürlük, halifeliğin gereğidir. Yani insan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak özgürdür; çünkü sorumluluk sahibidir. Ve bu sorumluluk, hem kendine, hem topluma, hem de Rabbine karşıdır. Bu özgürlük anlayışı, insanı hem dışsal otoritelerden (devlet, sermaye, bürokrasi) hem de içsel heva ve zaaflardan azad eder. İşte bu nedenle, bizim mücadelemiz yalnızca dış zincirlere karşı değil; iç zincirlerin de kırılması içindir.

De Leonizm gibi sistemler özgürlüğü sınıf mücadelesiyle sınırlandırır. Emekçi özgürleşince herkes özgürleşecek sanılır. Oysa biz biliriz ki; bir zalimin yerini başka bir zalim, bir bürokrasinin yerini başka bir kolektif alırsa, özgürlük yalnızca şekil değiştirir ama özde kalmaz.

Tevhîdî Agorizm’de birey, topluluğun kölesi değil; vicdanının şahididir. Kooperatif ya da cemaat yapısı içinde yer alsa bile, bu yapının kararları bireysel hilafeti çiğneyemez. Çünkü her birey kendi çarşısında, kendi terazisinde, kendi hesabını verecektir. Bu sebeple Tevhîdî toplumda kolektif karar, bireysel rızayla tahkim edilir; zorla değil, tebliğle inşa edilir.

Bizim için özgürlük, bir “rıza iklimi”dir. Her alışverişte, her sözleşmede, her toplumsal bağda önce rıza aranır. Ve bu rıza, sadece dünyaya değil, ahirete de dönüktür. Bir işçinin emeği sömürülüyorsa değil, rızası yoksa bu iş helal değildir. Bir tüccar fiyat belirlerken karşısındakinin bilgisizliğini kullanıyorsa, bu işlem fıkhen geçersizdir. İşte özgürlüğün bu şahitlik boyutu, onu sadece dünyevi bir hak olmaktan çıkarır; uhrevî bir sorumluluk haline getirir.

Bu anlamda, özgürlük bizim nazarımızda ne bireyin yalnızlaşmasıdır, ne de topluluğun yüceltilmesidir. Gerçek özgürlük, Allah’a kullukta bulunan bir teslimiyetle, dünya üzerindeki tüm beşerî tahakkümlere karşı başkaldırıdır. Ve biz inanırız ki; kul olmayan, kula kulluk eder. Fakat Rabbine kul olan, hiçbir ideolojiye, hiçbir sınıfa, hiçbir otoriteye boyun eğmez.

Bu özgürlük anlayışı, yalnızca bir sistem eleştirisi değil; bir ahlak devrimidir. Tevhîdî Agorist birey, özgürlüğünü sadece hak istemek için değil; hak vermek için kullanır. O, hakkı korumayı bir lütuf değil, bir görev bilir. Kendi kazancının içinde başkasının alın teri varsa, bu kazancı reddeder. Çünkü o bilir ki, bir lokma zulümle gelen rızık, bin secdeyle arınmaz.

Ve biz, bu özgürlüğü haykıranlar olarak; ne modern burjuvazinin tüketici köleliğine, ne sosyalist kolektivizmin şahsiyetsizleştirici disiplinsizliğine razıyız. Bizim özgürlüğümüz, yalnızca bireysel değil; toplumsal vicdanın dirilişiyle mümkündür. Çünkü gerçek özgürlük, başkasının özgürlüğünü tehdit etmeden yaşanandır. Ve bu da ancak Tevhîdî bir şuurla mümkün olur.

Tevhîdî Agorizm, bireyin hürriyetini, onun Rabbine olan sadakatiyle dengeler. Bu öyle bir denge noktasıdır ki, akıl ile vahiy, birey ile cemaat, dünya ile ahiret arasında eşsiz bir uyum sağlar. Çünkü bu sistemin nihai amacı, sadece adil bir ekonomi değil; salih bir toplum inşa etmektir. O toplumda özgürlük, lükslerin değil; adaletin dilidir. Orada özgürlük, en güçlü olanın değil; en haklı olanın kelimesidir.

Ve biz, bu özgürlüğü inşa ederken; ne modernizmin teknik araçlarına tamamen sırt çeviririz, ne de onların ruhumuzu sömürmesine izin veririz. Teknolojiyle bağ kurarız, ama teknolojinin kulları olmayız. Ekonomiyle uğraşırız, ama ekonomiyi kutsamayız. Cemaat kurarız, ama bireyin hakikatini ezmeyiz. Çünkü biliriz ki, hiçbir sistem Allah’tan daha adil değildir.

Bu yüzden Tevhîdî Agorizm’in özgürlük anlayışı, sadece bir siyasal söylem değil; bir ahlak, bir yaşam biçimi, bir ibadet halidir. Ve biz, bu özgürlüğü yalnızca kendimiz için değil; ezilen, unutulan, hor görülen tüm kullar için istiyoruz. Çünkü hakikat, ancak kullar secde ettiğinde değil; zulme boyun eğmediğinde tam manasıyla tecelli eder.

Ve biz inanırız ki: Hürriyet, yalnızca zincirlerin kırılması değil; nefsin terbiye edilmesidir. Gerçek özgür insan, başkasının değil, kendi hevasının zincirlerini kırabilen kişidir. Çünkü zulüm bazen bir devletin copunda, bazen bir piyasanın tekelinde, bazen de insanın kendi nefsinde gizlenir. Tevhîdî Agorist, bu üç cephede birden mücadele eden mü’min bir direnişçidir. Elinde mizan, kalbinde rıza, dilinde hakikat vardır.

Modern sistemler insanı "özgür" kılarken, onu anlamsızlaştırır. Özgürlük, seçim yapmakla sınırlanır; ama o seçimlerin ruhu yoktur. Tevhîdî Agorist için ise özgürlük, sadece "tercih hakkı" değil; tercihin hikmetiyle yüzleşme iradesidir. O bilir ki, her yaptığı seçim, bir şahit bırakır arkasında. Ve her şahit, hesap gününde karşısına dikilecektir. Bu yüzden agoristik özgürlük, ne keyfîdir, ne başıboş; o, ilahi emanetin şuurlu taşıyıcılığıdır.

De Leonist modelde birey, üretim birimi haline gelirken; bizde birey, emanet bir ruhun taşıyıcısıdır. Onun çarşıya girmesi de, karar vermesi de, üretim yapması da bir ibadet gibidir. Bu nedenle Tevhîdî toplumda bir pazar kurulur ama pazarın ortasına secde edilir; çünkü orası bir helal rızık mücadelesinin mihrap noktasıdır. Her mübadele, bir imtihandır; her sözleşme, bir ahittir; her fiyat, bir vicdan terazisinde tartılır.

Ve biz tekrar ederiz: Hiçbir ideoloji, kulluğu özgürlüğün önünde engel olarak göremez. Bilakis kulluk, özgürlüğün hakiki temelidir. Allah’a kul olan, kula kul olmaz. Hiçbir komite, hiçbir şura, hiçbir ekonomik plan, bir bireyin vicdanını susturma hakkına sahip değildir. Çünkü o vicdan, yedi kat göğün Rabbi tarafından ilham edilmiştir. Bizim özgürlüğümüz, işte o ilhamla konuşur, yürür, karar verir.

O halde biz, özgürlüğü yalnızca istemiyoruz; onu muhafaza etmekle de mükellefiz. İtaat, yalnızca Allah’adır. Ve kulluk, yalnızca adaleti büyütürse makbuldür. Tevhîdî Agorizm’in özgürlük anlayışı bu yüzden asla liberal değildir; çünkü bireyi hevasıyla baş başa bırakmaz. Asla totaliter değildir; çünkü bireyi bir kolektifin kurbanı yapmaz. O, hakkın ve hakikatin dengesidir. İnsanın yere sağlam basarken göğe secde edebilmesidir.

10. Ümmetin Ruhu: Topluluğun Kutsallığı ve Cemaatin Direnişi

Tevhîdî Agorizm’de birey kutsaldır; lakin bireyin kutsallığı, yalnızlıkta değil, cemaatle anlam bulur. Bu cemaat, etnik ya da sınıfsal bir birlik değil; tevhîd inancıyla bir araya gelen yeryüzü kardeşliğidir. Ümmet, yalnızca bir coğrafya ya da tarihsel bir kavram değildir. Ümmet, hakka şahidlik eden, adaleti ayakta tutan, mazluma siper olan şuurlu bir topluluktur.

Modern sistemlerde topluluk ya bir “halk yığını”na indirgenir ya da “ulusal kimlik” gibi seküler şemalarla şekillendirilir. De Leonist sistemde ise toplum, üretim ilişkilerinin toplamı olarak görülür; insan, sendikaların ve federasyonların içinde eriyen bir dişli olur. Oysa bizde topluluk, yalnızca üretmek için değil; şahitlik etmek, hakemlik yapmak ve zulme karşı direnmek için vardır.

Tevhîdî Agorist cemaat, biçimsel bir kooperatif değil; ilahi bir niyet birliğidir. Herkesin kazancını helal kıldığı, sözünü emanet bildiği, mazlumun yanında saf tuttuğu bir toplumsal ahlâk cephesidir. Bu toplulukta hesap, sadece para ile değil; kul hakkı ile tutulur. Kimsenin rızası çiğnenmeden, kimsenin onuru ayaklar altına alınmadan bir dirlik kurulur.

Ve bu cemaat, yalnızca ekonomik değil; manevi bir direniş cephesidir. Kapitalizmin yalnızlaştırdığı, sosyalizmin mekanikleştirdiği birey; burada yeniden bir can, bir omuz, bir dua bulur. Herkesin bir yeri, bir değeri, bir şerefi vardır. Çünkü Tevhîdî toplumda insanın değeri, üretim gücüyle değil; takvasıyla ölçülür.

Cemaat içinde istişare, sadece yönetim biçimi değil; bir kulluk biçimidir. Kararlar tepeden inmez; herkesin kalbiyle tartılır. Zayıf olan dinlenir, güçlü olan uyarılır. Herkesin söz hakkı vardır; çünkü her birey Allah’ın halifesidir. Bu yapı, kaosu değil; vicdanlı bir düzeni doğurur.

Ve biz biliriz ki, ümmet ölmez. Çünkü ümmet, Allah’ın yeryüzündeki rahmet zinciridir. Toprak gasp edilse, diller yasaklansa, mabetler yıkılsa da; ümmetin sesi susmaz. Tevhîdî Agorizm bu sesi yeniden diriltmek için vardır. Yalnız kalmış yürekleri birleştirmek, zulüm altındaki çarşıları ayağa kaldırmak, hakkı yalnız bırakmamak için vardır.

Çünkü biz inanırız ki: Cemaat, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.

Ve bu cemaat, yalnızca geçmişin bir hatırası değil; geleceğin umududur. Çünkü biz biliriz ki; İbrahim’in ateşe karşı kurduğu cemaat, Muhammed’in Mekke’deki sessiz direnişi, yalnızca birer hatıra değil; çağları aşan tevhîdî diriliş örnekleridir. Ve her çağın Nemrut’u olduğu gibi, her çağın da bir ümmeti vardır. Tevhîdî Agorizm bu ümmeti yeniden kıyama çağırır.

Bu kıyam silahla değil; pazarla, sözle, duayla, infakla yapılır. Çünkü bizim seferimiz, yüreklerin fethinedir. Biz, kalpleri kazanmakla mükellefiz. Ve her pazar tezgâhı, her kooperatif çadırı, her istişare meclisi bizim için birer küçük Medine’dir. Orada adalet yazılır, rıza inşa edilir, merhamet yeşertilirse; işte o zaman ümmet yeniden dirilir.

Tevhîdî Agorizm, ümmetin tabandan gelen bir canlanışıdır. Üstten inme anayasalarla, teknokratik planlarla değil; rahmetle örgülenmiş halk halk kardeşlikle yürür bu yol. Çünkü biz biliriz ki; halksız bir devrim, ruhsuz bir yapıdır. Biz, bu ümmetin ruhunu ayağa kaldırmak için varız.

Ve bu ruh, sadece mü’minlerin değil; mazlumların, yetimlerin, işçilerin, esnafın, göçebelerin, çobanların, atölyede ter döken ellerin ve pazarda susuz kalan gözlerin ruhudur. Ümmet, sadece inançta birleşenlerin değil; zulme birlikte karşı duranların adıdır.

Tevhîdî cemaatin ekonomisi; merhametin ekonomisidir. Herkesin kazandığı, fakat kimsenin kaybolmadığı bir düzen... Ne güçlü zayıfı ezer, ne zayıf kenarda unutulur. Herkes bilir ki; Allah’ın adaleti, insanların terazilerinden büyüktür. Ve bu adalet, sadece mahkemelerde değil; pazar tezgâhlarında, kira sözleşmelerinde, kooperatif kararlarında da tecelli etmelidir.

İşte biz bu yüzden, bir "ümmet pazarı" kurmayı hayal etmiyoruz; onu hatırlıyor, diriltiyor ve inşa ediyoruz. Çünkü bu pazar, sadece ekmeğin değil; rahmetin de bölüşüldüğü yerdir.

Ve bizim çabamız, sadece bugün için değil; çocuklarımızın rızası, torunlarımızın duası içindir. Onlar bir gün "bir ümmet vardı, pazarlarında merhamet satılırdı" desinler diye...


"Bu yazdıklarımı, canım, hayatımın anlamına elifime armağan ediyorum."
By: M.T.A.


15 Haziran 2025 Pazar

Daniel De Leon ve Fikirleri

 Tevhîdî Agorizm’in Bakışıyla De Leonizm Eleştirisi

I. Bölüm


1. Giriş: Hakikat Mücadelesine Dair

Ben bir Tevhîdî Agorist olarak dünyaya, sadece zahirî (görünür) düzlemde değil, batınî (gizli) bir bilinçle de bakarım. Bizim mücadelemiz, yalnızca ekonomik ve siyasi bir kurtuluş arayışı değil; aynı zamanda Tevhid’in hakikatine sadık kalma iradesidir. Bugün karşılaştığımız fikir sistemleri arasında, en sofistike olanlardan biri olarak gösterilen De Leonizm, ne yazık ki İslami hakikatlerle, özgür bireyin fıtratla uyumlu düzen arayışıyla ve pazarın adaletli şahitliğiyle çatışmaktadır.

Bu yazıda amacım; De Leonist teorinin felsefi arka planını, iktisadi tasavvurunu (tasarı) ve toplumsal tasarımını, Tevhîdî Agorizm’in prensipleriyle mukayese ederek eleştirmektir. Çünkü sadece karşı çıkmak yetmez; neden karşı çıktığımızı ilmek ilmek örerek, okuyucunun vicdanına teslim etmeliyiz. Allah’ın iradesine bağlı bir cemiyet ile sınıf mücadelesine dayalı seküler sosyalizmin arasındaki fark, yalnızca metotla sınırlı değildir; bu fark, varlık anlayışımızı belirleyen temel bir uçurumdur.

De Leonizm’i, şahsım olarak davasında başarı için; proletaryanın kurtuluşu için, içi boş olmayan bir sol komünizm denemesi olarak görüyorum.

2. De Leonizm Nedir? Kısa Bir Özeti

De Leonizm, 19. yüzyılın sonunda Daniel De Leon’un öncülüğünde ortaya çıkmış, sendikalist sosyalizmin teorik bir çehresidir. De Leon, hem Marksizm'den hem de Amerikan işçi hareketlerinden etkilenmiş; buna rağmen, sosyalist devrimin sadece politik iktidar yoluyla değil, endüstriyel örgütlenmeyle de gerçekleşmesi gerektiğini savunmuştur.

De Leoncu yapı, işçilerin işyerlerinde örgütlenerek üretim araçlarının doğrudan kontrolünü almasını hedefler. Buradaki kilit mekanizma, "endüstriyel hükümettir. De Leonist devlette seçimler, endüstriyel federasyonlar üzerinden yapılır ve siyasi partiler işlevsiz hale gelir. Sınıf mücadelesi ise bu sistemin merkezindedir; çünkü De Leon’a göre toplumu ezen temel yapı, üretim araçlarını elinde bulunduran sermayedar sınıftır.

Bu sistem, ilk bakışta adil görünse de, kutsaldan arındırılmış bir "seküler iktidar" düzenidir. Üretimin amacı, Tanrının rızası değil; emekçinin maddi tatmini ve kolektif faydadır. İşte tam bu noktada, Tevhîdî bakış açısından büyük bir kopuş başlar.

Sendikaların örgütlenip, üretim araçlarına işçi sınıfının desteğiyle el koyması; pratikte, sendikaları saf dışı bırakan iktidarların himayesinde, mümkünatsız bir denemedir.

Marksist tutumlarda üretim araçlarının kamusallaşmasına karşın, De Leonizm’in sendikalist çözüm önerisi de göze çarpmakla birlikte; bence, kesinlikle proleterya diktatörlüğüne karşın, güzel bir temele oturtulmuş, hakiki bir komünist yapıya geçiş sürecine önder olabilecek bir çözüm önerisidir.

Bütün acıların ötesinde, Amerika’daki bu işçi hareketi eğer başarılı olabilseydi; belki de günümüzün tüm acılarının ahına sebep olan katillerden kurtulmuş bir dünyada yaşamış olurduk. Kapitalizmin yok olmasında büyük fedakârlıklar yapacak bu hareket ise, maalesef tozlu yaprakların arasında, proleteryanın unuttuğu önemli bir vukuat olarak kaldı.

Bana ise, sadece bu güzel masallar ardından konuşan tek Türk olmak düşüyor. Türkçenin hak ettiği bu zenginliği sizlere ulaştırmak, benim için bir gurur olacak elbet. Mesleğim gibi benimsesem bile bu yazıtları yazmayı, asla durmayı düşünmüyorum.

3. Modern Endüstriyel Emperyalizmin Karanlık Yapıları

De Leonizm, sanayi çağının kavramlarıyla düşünür. Oysa Tevhîdî Agorizm, moderniteyi bir "ilahsızlaştırma süreci" olarak görür. Sanayi devrimiyle beraber ortaya çıkan yeni üretim ilişkileri, sadece sermayeyi değil, insanın ruhunu da metalaştırmıştır. De Leon bu üretim ilişkilerini ortadan kaldırmaz; sadece mülkiyetin el değiştirmesini önerir. Patronun yerini sendika alır, kapitalistin yerine "üretici konsey" geçer. Lakin sistemin özündeki tahakküm mekanizmaları baki kalır.

Tevhîdî Agorizm ise tahakkümün her türlüsünü reddeder. Bizim mücadelemiz, yalnızca sınıfsal değil; epistemolojik ve ontolojiktir. Çünkü biz biliriz ki; yeryüzü bir mülk değil, emanettir. Ve bu emanet, hiçbir kolektifin tekeline verilemez.

De Leoncu devlette, birey endüstriyel federasyonların sadık bir birimi haline gelir. Bu, Allah'ın insana verdiği "halifelik" sorumluluğuna tamamen aykırıdır. Çünkü halife, kulluğu merkeze alarak karar verir. Oysa De Leonist sistemde karar, üretimin rasyonalitesine göre alınır. Yani sistem, aklı merkeze koyar; kalbi değil. Bu da bizi seküler teknokrasinin kıyısına getirir.

De Leonist sistem, üretim sürecini kutsallaştırmasa da, onu mutlaklaştırır. Üretim verimliliği, kolektif planlama ve teknik akılcılık; sistemin asli dayanaklarıdır. Fakat unutulmamalıdır ki, aklın mutlaklaştırılması, hakikatin parçalanmasıdır. Zira akıl, vahyin kılavuzluğunda yücelirse hayra; tek başına kalırsa istibdada hizmet eder. De Leonizm’in endüstriyel aklı, insanı bir "fonksiyon" olarak kavrar. Birey artık düşünmez, hissedemez, sorgulayamaz; yalnızca üretir, aktarır, denetlenir.

Tevhîdî Agorist bakışa göre, bu sistematik işlevsellik, insana yapılmış bir zulümdür. İnsan; sadece bir vida, bir dişli, bir süreç parçası değildir. O, Allah’ın isimlerini yeryüzünde tezahür ettirmekle görevli bir halifedir. Ve bu halifelik; makinenin değil, kalbin ve vicdanın rehberliğini gerektirir.

De Leonizm’de hedeflenen "özgürlük", aslında yeni bir bağlanma biçimidir. İnsan devletten kurtulsa da, bu sefer kolektifin, federasyonların, sendikaların görünmez baskısına maruz kalır. Endüstriyel bir sadakat ve katı işleyiş, hakikatin ruhunu zedeler. Çünkü sadakat, Allah’a yöneldiğinde kulluktur; sisteme yöneldiğinde ise kulluğun karikatürüdür.

Sanayi sonrası dünyada, makineler insanların yerini aldıkça, insan da makinenin iş ahlakını taklit eder hâle gelir. Disiplin, düzen ve rasyonalite adı altında; merhamet, tevazu ve tevekkül kaybolur. De Leoncu planlama, bu yönüyle, ruhsuz bir adaleti yüceltir. Ancak adalet, sadece eşitlik değil; aynı zamanda hakkı yerli yerine koymaktır. Ve hak, Rabbani bir kavramdır; insan eliyle değil, vahyin terazisiyle ölçülür.

İşte bu yüzden Tevhîdî Agorizm, modern endüstriyel tahakküme yalnızca iktisadi değil, ahlaki ve metafizik bir karşı duruş sergiler. Bizler, üretim süreçlerini ilahlaştırmayan; fakat üretimi bir ibadet gibi gören bir anlayışı savunuruz. Emeğin değerini, sadece çıktısında değil; niyetinde ve meşruiyetinde ararız.

Ve nihayetinde biliyoruz ki; insanı özgürleştirecek olan şey, zincirlerinden kurtulması değil sadece - esas özgürlük, insanın Allah’a bağlanmasındadır. De Leonizm’in sunduğu zincirsiz toplum, batıl bir özgürlük tasavvurunun ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Zincir görünmez olabilir; ama kalbi saran zincir, bileği saran demirden daha kuvvetlidir.

4. Tevhîdî Agorizm’in Ontolojik Temelleri

Tevhîdî Agorizm, varoluşun merkezine Allah’ın birliğini, hükümranlığını ve rızasını koyar. Bu düşünce, ekonomik ve toplumsal düzenin de bu birliğe sadık olması gerektiğini savunur. Varoluş, sadece maddi bir mücadele değil; aynı zamanda bir imtihan, bir kulluk alanıdır. De Leonist sistemin dayandığı materyalist tarih anlayışı, insanı yalnızca üretim araçlarıyla ilişkisi üzerinden tanımlar. Bu, insanı ruhundan koparan, onu sadece ekonomik bir organizma olarak gören bir tasavvurdur.

Oysa biz biliriz ki; insan ne sadece bir işçidir, ne sadece bir üreticidir. İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Bu halifelik, yalnızca ibadetle değil; adil ticaretle, hakça paylaşım ve rızaya dayalı alışverişle de gerçekleşir. Tevhîdî Agorizm’in pazarı, ranta ve faize kapalı; istismara ve tekelleşmeye düşman; fakat özgürlüğe ve helal kazanca sonuna dek açıktır.

Ontolojik olarak Tevhîdî Agorizm, mülkiyeti Allah’a ait sayar. İnsan bu mülkiyetin ancak sorumlu bir emanetçisidir. De Leonizm ise mülkiyeti kolektife devrederken, onu yine beşerî bir tahakküm alanına dönüştürür. Bu fark, sadece ideolojik değil; ahlaki ve varoluşsal bir farktır.

Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, yalnızca bir iktisat modeli değil; aynı zamanda bir varlık anlayışıdır. Bizim için iktisat, sadece ihtiyaçların karşılanması meselesi değil; kulun Rabbiyle kurduğu ilişkinin toplumsal düzlemdeki tezahürüdür. Bir malı üretmek, onu helal yollarla satmak ve kazancı adaletle bölüşmek - bunların her biri bir ibadetin parçasıdır. Çünkü biz biliriz ki, helal kazanç da secde kadar kutsaldır.

De Leonist yapıda, bireyin kimliği işlevine indirgenir. Oysa Tevhîdî anlayışta birey, önce kul, sonra tüccar, sonra üreticidir. Bu tersine hiyerarşi; insanı yalnızca üretim birimi olmaktan çıkarıp, emanet bilincine sahip bir şahsiyet haline getirir. Birey, kendisini pazardaki çıkarlarla değil, Allah’ın rızasına ulaşma çabasıyla tanımlar. İşte bu sebeple, bizim pazarımızda ahlak, arz ve talepten önce gelir.

Tevhîdî Agorist düzen, sistemin merkezine ne devleti ne sendikayı koyar; merkezde yalnızca Allah’ın hükümranlığı vardır. Bu, anarşizmin seküler biçimlerinden keskin şekilde ayrıldığımız noktadır. Bizler, kaos içinde özgürlük değil; tevhid içinde özgürlük ararız. İslami özgürlük, sorumluluktan bağımsız değil; tam aksine, sorumluluğun zirvesidir. Ve bu sorumluluk, yalnızca bireyin kendine değil; çevresine, topluma ve tüm mahlûkata karşı da duyduğu bir yüktür.

Bu ontolojik fark, sistemlerin yapı taşlarına kadar uzanır. De Leonizm'in kolektif üretim anlayışı, nihayetinde beşeri bir "ortak mülkiyet" düzenidir; ve her beşerî düzen gibi, zamanla otorite üreten bir yapıya evrilme riskini taşır. Çünkü beşerî otorite, ister devlet olsun ister sendika, er ya da geç yasa koyuculuğa öykünür. Bu da Tevhîdî anlayışın en temel ilkesiyle çelişir: "Hüküm yalnız Allah’a aittir."

İşte bu yüzden Tevhîdî Agorist düşünce, kolektifin değil cemiyetin, sendikanın değil ümmetin, iktidarın değil şahitliğin peşindedir. Ve şahitlik, pasif bir tanıklık değil; hakkı her şartta savunma cesaretidir.

5. De Leoncu Emek Diktatörlüğü ve Hilafetin Yokluğu 

De Leonizmin temelini oluşturan emek vurgusu, ilk bakışta mazlumun yanında bir duruş gibi görünür. Ne var ki, bu sistemde "emek" kutsallaştırıldıkça, birey bir kutsal üretim makinesine indirgenir. De Leonist sistemin vaadettiği özgürlük, sadece üretime katkı ölçüsünde tanınan bir özgürlüktür. Oysa Tevhîdî Agorizm’de özgürlük, Allah’a kullukla anlam kazanır. Üretken olmayan ama takva sahibi bir birey, bizim sistemimizde üretken despotlardan daha değerlidir.

De Leonizmin öngördüğü "emek hükümeti", zamanla bir çeşit dünyevi ilahlaştırma sürecine girer. Emek, iktidarlaşır; sendikalar yasa koyar, konseyler fetva verir. Ve toplum, ruhunu bu üretim tapınaklarında kaybeder. Herkesin bir "işlev" olduğu bu düzende, şefkat, merhamet, tevazu gibi asli insani vasıflar değersizleşir.

Böyle bir düzende hilafet yoktur; çünkü hilafet, sadece siyasi liderlik değil, aynı zamanda ahlaki bir rehberliktir. Tevhîdî sistemde hilafet, devleti değil vicdanı temsil eder. Her birey, kendi nefsine karşı bir halife gibidir; doğrulukta ısrar eden, adaleti gözeten bir nevi küçük peygamberî modeldir. Fakat De Leonizm’de ne bu bireysel hilafete yer vardır, ne de kolektifin ötesinde bir kudsiyete.

De Leoncu yapıda otorite, bir kez daha kolektifin tekeline geçmiştir. Bu, kapitalist patronun yerine emek patronunun geçmesidir. İsimler değişmiş; fakat taht aynı kalmıştır. Bir sistem, Allah’ı dışlayarak adaleti kurmaya çalışıyorsa, sonunda zulmü sistematize etmekten öteye gidemez.

Tevhîdî Agorist için ise, hakikat bireyle başlar. Adil pazar, adil bireylerle mümkündür. Sendikalara, endüstriyel konseylere ya da merkezi planlamaya ihtiyaç yoktur. Bireylerin kendi ahlaki sorumluluğu ile kurdukları pazar, asıl hilafet düzenidir. Her alışveriş, bir ahlak sınavıdır; her üretim, bir niyet beyanıdır.

Ve işte bu yüzden, De Leonizm ne kadar iyi niyetli olursa olsun, kutsalı dışladığı sürece yozlaşmaya mahkûmdur. Seküler emek devleti, eninde sonunda seküler bir tahakküm düzenine dönüşür. Oysa biz, bir devleti değil; bir ümmeti, bir cemiyeti, bir aşkla dirilen halkı hayal ederiz. Ve bu halkın öncüsü, ne sendika lideridir ne konsey başkanı; bu halkın öncüsü, hakikatin şahididir.

Bu yüzdendir ki De Leonizm’in önerdiği düzen, adaletin maddi suretini kurmaya çalışırken, onun manevi özünü kaybeder. Zira adalet sadece eşitlik değildir; rızaya dayalı düzenin bir tezahürüdür. İnsanlar aynı maaşı aldığında değil, birbirlerinin hakkını gözettiğinde adalet gerçekleşir. Fakat De Leonist mantık, bu hakkaniyeti rakamlarla ölçülebilir kılmaya çalışır — böylece adalet, kişiliksiz bir bürokratik norm haline gelir.

Hilafetin yokluğu burada sadece bir siyasi boşluk değil, aynı zamanda ontolojik bir çöküştür. Halifesiz toplum, Rabbiyle bağını kaybetmiş yetim bir topluma dönüşür. Ve bu yetimlik, üretimde ne kadar başarılı olunursa olunsun, kalbin fakirliğini gideremez. Tevhîdî Agorizm, bu yetimliği reddeder. Biz, her bireyi halifelik sorumluluğuna çağırırız; çünkü her birey Allah’ın yeryüzündeki emanetçisidir. Bu emanetçilik, üretim kotasını doldurmak değil; hikmetle yaşamak anlamına gelir.

De Leonizmin güçlü merkezi örgütleri, devleti ortadan kaldırma vaadiyle yola çıkar; ama sonunda devleti başka formlarda yeniden inşa ederler. Sendika, üretimi planlayan bir tanrıya; federasyon, yasa koyucu bir Rabbe dönüşür. Ne kadar halkçı görünürse görünsün, bu yapıların tevhidle bağları yoktur. Zira tevhid, yalnızca Allah’a itaat edilen bir düzeni şart koşar.

Bu yüzden Tevhîdî Agorizm, yalnızca tahakküme değil; tahakkümün yeniden üretimine de savaş açar. Çünkü biz biliriz ki, dünyevî iktidar hiçbir zaman masum değildir. Her iktidar, bir kutsalı dışladığı oranda zalimleşir. Ve biz o zalimliği, ister kral suretinde, ister sendika başkanı kılığında görelim, ona aynı kararlılıkla karşı çıkarız.

Sonuç olarak, De Leonizm’in önerdiği “emek devleti”, seküler dünyanın son ütopyasıdır. Fakat Tevhîdî Agorizm, ütopya kurmaz; emaneti hatırlatır. Bizim derdimiz, insanı üretim kampından kurtarıp, kul olmanın yüceliğiyle buluşturmaktır. Çünkü biz iman ederiz ki, insanın izzeti salt emekte değil, ihlâsta ve teslimiyettedir.


Devam edecektir. 
By: M.T.A.

14 Haziran 2025 Cumartesi

Tevhidi Agorizm için tasarı (manifestom için bir prototip)

 

↪Tevhîdî Agorist İslami İdeoloji Tasarımı



1. Temel Felsefe ve İdeolojik Kökenler

  • Tevhîd (Allah’ın Birliği): İdeolojinin temelini sadece Allah’ın mutlak egemenliği oluşturur. Bu anlayışta dünyevî iktidar ve zorunlu otorite reddedilir; Hz. Peygamber’e bile “işlerinde onlarla istişare yap, sonra Allah’a tevekkül et” (Âl-i İmrân 3:159) buyrulmuştur salaamgateway.com. Kur’an’ın 42. sûresi de müminlerin işlerini “karşılıklı danışarak” yürütmelerini öngörür britannica.com. Dolayısıyla irade toplumun ortak akdine ve şeriat ilkelerine dayanır.

  • Ümmetçilik ve Dayanışma: İslam, ümmet (topluluk) bilincini ve sosyal yardımlaşmayı öne çıkarır. Kur’an’da “iyilikte yardımlaşın, kötülükte yardımlaşmayın” buyrulur islamansiklopedisi.org.tr; Müslümanlar “en hayırlı ümmet” olarak tanımlanır (Âl-i İmrân 3:110) en.wikipedia.orgen.wikipedia.org. Bu çerçevede cami, vakıf ve gönüllü birliklerle eğitsel, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlar paylaşılır; devlet olmadığı için cemaatler kendilerini, eğitimlerini ve yardımlaşma ağlarını güçlendirmeye odaklanır.

  • Agorist ve Anarşist Etkiler: Politik süreçler yerine tamamen gönüllü ekonomik faaliyetleri savunan Konkin’in agorizmi ve genel olarak anarşist serbest piyasa düşüncesi kaynaklardandır libertarianism.org. Agoristler, aktif siyaset yerine devletin denetiminden uzak bir “karşı-ekonomi” oluşturmayı hedefler; bu anlayışla gönüllü alışverişle özgür bir toplum inşa edilmeye çalışılır libertarianism.org. Benzer şekilde ilk dönem İslam hareketlerinden Kâhirîler, yeni halife seçimindeki merkeziyetçiliği reddetmiş, iktidarı yalnızca şeriata uygun gördükleri liderlere tevdi etmiştir en.wikipedia.org. Tevhîdî Agorist ideolojisi de her türlü zorunlu otoriteyi eleştirir ve toplumdan kaynaklı meşrûiyeti öne çıkarır.

  • Karşılıksalcılık (Mutualizm): Pierre-Joseph Proudhon’un geliştirdiği karşılıksal ekonomi anlayışı, bu ideolojide önemli bir yerdedir en.wikipedia.orgen.wikipedia.org. Buna göre üretim araçları işçiler tarafından ortaklaşa kontrol edilir; kar, rant veya faiz gibi sömürü biçimleri reddedilir. İşçiler kooperatifler kurarak üretime katılır, karşılıksal krediler (mutual bankalar) yoluyla ekonomik faaliyetler finanse edilir en.wikipedia.orgen.wikipedia.org. Bu modelde “aynî mübadele” ön plana çıkar; yani bir mal veya hizmet karşılığında emek-sermaye kullanım hakkı gibi uygun bir karşılık aranır.

  • Sol-Libertarya Bağlamı: İslâmî öğretilere uygun olarak işçi dayanışmasını, adil mülkiyeti ve kamusal sorumluluğu vurgulayan sol-libertarya akımlarıyla örtüşür. Sol-libertaryen yazarlar, mülkiyet hakkını hakça karşılama koşuluna bağlar; servet eşitsizliğini esasen devlet destekli ayrıcalıkların sonucu görerek devleti kaldırmayı önerirler en.wikipedia.org. Bu çerçevede esnek mülkiyet (işgal-kullanım) ile küresel topluma tazminat öngören (geoliberteryen) öneriler de incelenebilir.

2. Tevhîd Merkezli Siyasal Sistem

  • Allah’ın Tek Hakimiyeti: Bu sistemde devlet veya liderler yalnızca Allah’ın vekili konumundadır. Devletin mutlak sahibi yoktur; yönetimin meşruiyeti toplumun razılığından ve Kur’an-Sünnet ilkelerinden gelir. Dolayısıyla zorunlu vergi, askerlik gibi devlete bağımlılık uygulamaları, şeffaflık ve topluluk denetimine tabi kılınır.

  • Şûrâ Kurulları: Karar süreçleri şûrâ (danışma) yoluyla işler. Erken İslam’da kabile reisleri ve sahabeler, cemaat işlerinde Resûlullah ve halifeler tarafından kurulan şûrâ meclislerine katılmıştır. Kur’an’da müminlere işleri “karşılıklı danışarak” yürütmeleri emredilir britannica.comsalaamgateway.com. Bu modelde her karar genel görüş birliğiyle alınmaya çalışılır; bilirkişiler veya âlimler de karara iştirak eder.

  • Cemaat Tabanlı Yönetişim: Yerel topluluklar, kendi meclis ve dernekleri aracılığıyla örgütlenir. Merkezi hükümet yerine cami birlikleri, aşiret ağları ve vakıflar gündelik ihtiyaçları karşılar. Örneğin sulh komisyonları veya adalet kurulları (kadı heyetleri) ihtilafları çözer. Devlet mahkemesi yoktur; zira muhtemel anlaşmazlıklarda taraflar dini esaslara uygun olarak uzlaşmaya veya hakemliğe yönelir.

  • Kanun Kaynağı – Şer’î İlkeler: Yasa koyucu Allah’tır. Hukuk sistemi Kur’an, sünnet ve bunların topluluk ittifakıyla yorumlanmasından oluşur. Uygulamada, toplulukların onayladığı şer’î rehberler geçerlidir; cezaî yaptırımlar yerine tazminat (diyât) ve uzlaşma mekanizmaları kullanılır.

  • Merkezi Otorite Eleştirisi: Örneğin Kâhiriciler, Hz. Ali – Muaviye tahkiminde benzeri, iktidarın yalnızca Allah’ın rızasına uygun kişilerde olması gerektiğini savunmuşlardır en.wikipedia.org. Bu ideoloji de benzer şekilde “ilim ehli meclisi” dışında devlet imtiyazlarını reddeder. Karar mekanizmalarında seçilmiş veya mutabakatla tayin edilmiş liderliğe izin verilir, ama kalıcı bir zorunlu yönetici pozisyonu bulunmaz.

  • Karşıt Görüş: Geleneksel İslam siyaset anlayışında devlet ve adaletli hükümdarlık öngörülür; bir değerlendirmeye göre İslam tarihsel olarak güçlü ve sağlıklı devletleri desteklemiş, “anarşi ve kaos” karşısında durmuşlardır dinveilim.com. Tevhîdî Agorist perspektif ise bu görüşü revize ederek her türlü hiyerarşik otoriteye mesafeli durur ve şûrâ temelli, tabandan yukarıya yatay bir organizasyon biçimini savunur.

3. Ekonomik Model

  • Faizsiz Finansman: Riba (aşırı faiz) kesinlikle reddedilir. Bütün borç-kredi işlemleri, kâr-zarar ortaklığı (mudaraba) veya satış-takdir modeli (murabaha) gibi faizsiz yöntemlerle yapılır. Bu sayede kar amacı yerine ortak refah ve üretim ön plana çıkar. Karşılıksalcı görüşlerde olduğu gibi, tefecilik ve rant-tipi kazançlar haksız kabul edilir en.wikipedia.org.

  • Rüşvetsizlik ve Şeffaflık: Ekonomik ilişkilerde yolsuzluk yasaktır; örneğin kamu kaynaklarından haksız menfaat temini engellenir. Blockchain teknolojisi bu etik çerçeveye uyacak şekilde şeffaflık sağlar; tüm işlemler kayıtlı ve denetlenebilir olduğundan dolandırıcılık şansı azalır. Tokenleştirilmiş finansal araçlar şeffaf muhasebe ile toplumun denetimine açıktır kcl.ac.uk.

  • Karşılıklı Üretim ve Değişim: Ekonomi, küçük ölçekli üretici birlikleri ve zanaat kooperatifleri üzerine kuruludur en.wikipedia.org. Üretici kartelleri veya çok uluslu şirketler yerine işçiler, ortak işletmeler kurar ve üretim araçlarına birlikte sahip olur. Her topluluk kendi üretim ağını yaratır; üretilen değer doğrudan topluluk üyeleri arasında adilce dağıtılır.

  • Zekât/Sadaka Blockchain Sistemleri: Gelir düzeyi nisabın üstündeki Müslümanlar servetlerinin %2,5’i oranında zekât verir patheos.com. Bu zorunlu yardım, blockchain tabanlı sistemlerle otomatikleştirilebilir. Örneğin bir Müslüman, Bitcoin’ine düşen zekâtı doğrudan Bitcoin cinsinden ödeyebilmekte patheos.com. HAQQ blokzinciri üzerinde ise yeni oluşturulan token’ların %10’u “Evergreen DAO” gibi bir insani yardım vakfına yönlendirilmiştir kcl.ac.uk. Böylece, aracısız ve şeffaf bir yardımlaşma modeli sağlanır; insanlık dışı faizsiz sistemle toplu refah artırılır patheos.comkcl.ac.uk.

  • Gönüllü Piyasa ve Karşıt Ekonomi: Konkin’in tarif ettiği karşı-ekonomi anlayışına göre, devlet müdahalesi olmayan serbest piyasa teşvik edilir libertarianism.org. Gönüllü alışveriş, alternatif para birimleri ve açık pazaryerleri (örn. kripto borsaları) ile ekonomiye devam edilir. “Devletsiz” piyasa, bireylerin karşılıklı rıza esasına göre mal ve hizmet alıp sattığı bir düzen oluşturur; böylece ekonomik eylem, sistem değişiminin kendisini teşkil eder libertarianism.org.

4. Hukuk ve Adalet Sistemi

  • Cemaat Tabanlı Uzlaşma ve Tahkîm: Yargı dışı çözüm yöntemleri temel alınır. Topluluk üyeleri aralarındaki ihtilaflarda dinî liderler veya hakem komisyonları aracılığıyla barış sağlar. İngiltere’deki Müslüman Tahkim Mahkemesi örneğinde olduğu gibi, taraflar resmi mahkemeye gitmeden anlaşmalarını İslami hukuk çerçevesinde çözebilir en.wikipedia.org. Bu modelde riyâzet kurulmaz; yerine bilirkişiler veya âlimlerden oluşan heyetler işe dahil olur.

  • Adalet Meclisleri: Kamusal ceza yargılaması yerine, her köy veya cami çevresinde adalet meclisleri kurulur. Kadı yerine seçilmiş ya da görevlendirilmiş içtihatçı âlimler ve kanaat önderleri, ihtilafları İslami prensiplere göre çözer. Sürekli var olan polis ya da ceza sistemi değil, muhtemel topluluk yaptırımları (boykot, tazminat) tercih edilir.

  • Kanun Kaynağı – İslami İlkeler: Kanun koyucu Allah’tır; yürürlükteki kurallar Kur’an ve Sünnet’ten türetilir. Örneğin bir cinayet halinde fail halkın rızasıyla adi diyat verebilir veya infaz edilebilir. Kısas ve diğer cezalar, topluluğun rızasına bağlı biçimde uyarlanır. Dolayısıyla modern ceza yargılaması yerine, uzlaşı ve tazminata ağırlık verilir.

  • Güçlükler: Düzenli bir merkezi adalet sistemi olmadığından cezaların standartlaşması zordur. Kan dökülmesi gibi ciddi suçlarda tarafların arabuluculuk yoluyla anlaşması gerekir. Bu durum, daha çok “sulh” (barış anlaşması) ve uzlaşma pratikleriyle aşılmaya çalışılır. Özetle, devlet mercileri yerine topluluk konsensüsü esas alınır; örneğin İngiltere’deki Müslüman Tahkim Mahkemesi, bu ilkeye uygun olarak çalışır en.wikipedia.org.

5. Sosyal Örgütlenme

  • Ümmet Ağı ve Cemaatler Arası İlişkiler: Coğrafi sınırları aşan bir ümmet anlayışı benimsenir. Tüm cemaatler aynı inanç ve ahlaki değerleri paylaşan küresel bir ağa bağlıdır en.wikipedia.org. Bir camide başlayan yardımlaşma, diğer camilerle koordineli bir hareketle dünya çapına yayılır. Ortak vakıflar, uluslararası eğitim ve sağlık projeleriyle İslam dünyasının refahı arttırılır.

  • Kadın-Erkek Eşitliği: Müslüman kadının da tıpkı erkeğin gibi eğitim ve örgütlenme hakkı vardır. Cinsiyet ayrımı yerine her bireyin onuruna vurgu yapılır. Örneğin dijital okuryazarlık ve teknoloji eğitim programlarıyla kadınlar güçlendirilir; Women’s Annex Foundation’ın Afganistan’da 55.000 kadına bilgisayar eğitimi vermesi gibi projeler model alınır patheos.com. Kadınlar ekonomi ve yönetime aktif katılımla topluma katkıda bulunur.

  • Yatay Hiyerarşi: Toplum katmanlara bölünmez. Tüm fertler dinî ve ahlaki uyanışta eşit sayılır. Resmi bir ruhanî sınıf (pâdişahlar, şeyhler) yerine, herhangi bir müçtehid veya eğitimli kişi rehberlik edebilir. Topluluk içi meclislerde erkek-kadın ve genç-yaşlı birlikte karar alabilir. Böylece her kişi hem haklarını hem de sorumluluklarını eşit biçimde korur.

  • Toplumsal Hizmetler: Eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetler devlet yerine cemaatlerce organize edilir. Örneğin vakıf destekli kolejler, hastaneler ve sivil savunma ağları kurulur. Kâdir ve toplum ileri gelenleri, bu altyapının sürekliliğini sağlar. Bu sayede sosyal dayanışma güçlenir, üyeler arasında güçlü bir aidiyet duygusu oluşur.

6. Eğitim Modeli

  • Açık Kaynak Bilgi: Tüm ilmi eserler ve eğitim materyalleri herkese açıktır. İnternet üzerinden erişilen Kuran meâli, hadis veri tabanları ve online fıkıh kaynakları ibadettir. Aralarında “QUL” gibi açık kaynaklı Kuran uygulamaları geliştirilir. Böylece bilgi bizzat Allah’ın emri olarak yaygınlaştırılır.

  • Madrasa-Hackerspace Kombinasyonu: Geleneksel dinî eğitim merkezleri (medrese) ile modern teknoloji atölyeleri iç içe geçer. Öğrenciler hem fıkıh, tefsir, Arapça gibi klasik dersler alır; hem de kodlama, kriptografi, robotik gibi çağdaş bilimlerle meşgul olur. Camiler ve eğitim merkezleri aynı zamanda tasarım ve üretim yapabilecekleri makerspace’lere (üretim atölyelerine) dönüştürülür. Bu sayede dinî öğrenim ile icat kabiliyeti eşzamanlı gelişir.

  • Açık Eğitim Kültürü: Bilgi paylaşılarak artırılır. Ücretsiz seminerler, çevrimiçi dersler ve çeviri projeleri (İslam felsefesi, bilim tarihi) düzenlenir. Müslüman öğrenciler tüm insanlığın mirasından yararlanırken katkıda da bulunur. Yaşam boyu öğrenme felsefesi hâkimdir; her yaştan üye bilgi topluluğunun gelişimine katılır.

7. Teknoloji ile İlişkisi

  • Açık Yazılım ve Şeffaflık: Tüm yönetim sistemleri açık kaynak olarak geliştirilir; kodlar topluluk tarafından denetlenir. Bu yaklaşım, adalet ve güvenilirlik ilkesine uygundur salaamgateway.com. Örneğin blokzincir altyapıları sayesinde her işlem kaydedilir ve geri dönüşümsüz yapılarak yolsuzluk şansı en aza indirilir.

  • DAO ve Akıllı Kontratlar: Karar alma mekanizmaları blockchain tabanlı DAO’larla yürütülür. Her DAO üyesi oy hakkına sahiptir; çoğunlukla şûrâya benzer demokratik süreçler otomatikleştirilir salaamgateway.com. Şartlar kodda yazıldığı için akıllı kontratlar (akıllı sözleşmeler) İslami hukukun âdil olma ve akde riayet etme ilkesiyle uyumludur kcl.ac.uk. Bu sayede kimse iradesi dışında hükümler koyamaz.

  • Kripto Para ve Mahremiyet: Dijital paralar devletin fiili para politikasından bağımsızlık sunar. Bitcoin gibi kriptolar, merkezi finans kurumlarına ihtiyaç duymadan tasarruf ve transfer olanağı verir patheos.com. Bu araçlar, müminlerin kasıtlı manipülasyondan korunarak kaynak paylaşmasını sağlar. Ayrıca özel verinin korunması İslam’ın birey mahremiyetine verdiği değerle örtüşür.

  • Yapay Zekâ ve Adalet Teknolojisi: Veri analitiği ve yapay zekâ, topluluk ihtiyaçlarına uygun çözümler üretmek için kullanılır. Örneğin, topluluk uyumunu izleyen algoritmalar adaletsizlikleri önceden tespit edip öngörüde bulunabilir. Yapay zekâ destekli hakemlik sistemleri ile ihtilaflarda taraflara adaletli kararlar sunulur. Ayrıca, mahkemeler yerine kod tabanlı akıllı sözleşmelerle anlaşma şartları otomatikce uygulanır (ör. kripto tabanlı vakıflar).

8. Tarihsel Referanslar ve Modern Konumlandırma

  • İslam Tarihinden Örnekler: Medine Vesikası’nda farklı kabile ve dinî gruplar ortak hakları paylaştı. Hz. Ömer dönemi şûrâ meclisleri ve vakıf kurumları adalet ile kalkınmayı sağlamıştır. Erken İslam’da Kâhirîler gibi akımlar devletin sınırlanmasını savunmuş, “eğer en uygun imamı bulamazsanız imamlığı kaldırabilirsiniz” demişlerdir en.wikipedia.org. Bu ideoloji, o dönemlerin karar alma yöntemlerinden ilham alır.

  • Anarşist Düşünce ile Diyalog: 19. yüzyılda Proudhon, 20. yüzyılda Kevin Carson gibi anarşist ve sol-libertaryen düşünürler mülkü ve sömürüyü eleştirmiştir en.wikipedia.org. Örneğin Carson, işçi kooperatiflerini teşvik etmiş, devlet-ötesi ekonomi modellerini savunmuştur. Günümüzde benzer düşünce sahipleri alternatif belediyecilik, ortak kullanım mülkleri ve platform kooperatifleri üzerinde çalışmakta, topluluk tabanlı ekonomiyi öne çıkarmaktadır.

  • Güncel Teknolojik Örnekler: Blokzinciri projeleri İslamcı gruplar arasında yaygınlaşıyor. Örneğin HAQQ blokzinciri üzerinde “Evergreen DAO” modeli geliştirilmiş, yeni çıkan kripto tokenlarının %10’u otomatik olarak İslami hayır işlerine aktarılmaktadır kcl.ac.uk. Bu sayede zekat otomasyonu sağlanmış, hayırseverlik şeffaf hale getirilmiştir.

  • Eleştirel Görünümler: Günümüzde bazı dinî ve siyasi çevreler bu modelin uygulanabilirliğini sorgular. Devlet yanlısı İslamcılar, merkezi otorite olmaksızın toplumsal düzenin nasıl sağlanacağını tartışır. Laikler ise dinî referanslara vurgu yapılmasını eleştirir. Buna karşılık, Tevhîdî Agorist sistemin şeffaflık, yerel özyönetim ve topluluk dayanışması gibi güçlü yanları vurgulanır. Zayıf yönleri ise resmî otorite eksikliğinde ortaya çıkabilecek kaos riskleri ve küresel çapta uygulama zorluklarıdır.

Güçlü Yönler: Bu model, adaleti ve eşitliği dini ilkelere bağlayarak meşruiyet kazanır. Blockchain ve açık kaynak araçlar gibi modern teknolojileri kullandığı için şeffaflık ve denetlenebilirlik sağlar. Karşılıklı yardımlaşma, faizsiz finans ve kadın-erkek eşitliği gibi prensiplerle toplumsal huzuru pekiştirir.

Zayıf Yönler: Merkezi bir otorite olmadığı için, saldırgan gruplar ve iç karışıklıklara karşı etkin savunma mekanizmalarının eksikliği bir sorundur. Hukuk, kabine hâkim olur ve her topluluğun çözümünde farklılık çıkabilir. Ayrıca çoğu Müslüman toplumda bu sistemi destekleyecek yaygın anlayış henüz oluşmadığından, uygulanabilirlik açısından ciddi dirençle karşılaşılabilir.


9. İbn Haldun’un Yöntemsel Mirası: Agorist İslam İçin Tarihsel Bir Kılavuz

İslami Agorizm’in düşünsel temelinde yalnızca çağdaş anarşist iktisatçılar ve serbest piyasacı sol düşünürler değil; aynı zamanda İslam entelektüel geleneğinde tarihsel-toplumsal çözümleme üreten büyük öncüler de yer almaktadır. Bu bağlamda 14. yüzyılda yaşamış olan İbn Haldun, yalnızca bir tarihçi değil; devletin evrimini, iktisadın toplumsal örgütlenmeye etkisini ve otoritenin çöküş mantığını kavramsallaştıran özgün bir düşünür olarak İslami Agorizm için kritik bir rol modeldir.

İbn Haldun’un Mukaddime’de ortaya koyduğu kavramsal çerçeve, devletsiz ama düzenli toplumsal yapılara dair erken bir sosyolojik sezgi taşır. Ona göre siyasi otorite; başlangıçta toplumsal dayanışmadan (asabiyya) doğar, ancak zamanla yozlaşıp yerini zorunlu tahakküme bırakır. Bu döngü, İslami Agorizm’in devlete karşı içsel eleştirisini ve merkezi otorite yerine adem-i merkeziyetçi, kooperatif temelli ümmet ağlarının savunusunu tarihsel olarak meşrulaştırır.

Ayrıca İbn Haldun’un üretim ve mülkiyet anlayışı, agorist ekonominin gönüllü işbirliği temelindeki mikro iktisadi örgütlenmesiyle uyumludur. Ona göre ekonomik faaliyet, bireyin çabası, toplumsal alışveriş ve adil takas üzerinden şekillenir. Bu, hem İslami şeriatın meta ve üretim ilişkilerine dair temel ahlaki ilkeleriyle; hem de karaborsa, dayanışma ağı ve doğrudan değişim temelli karşı-ekonomik direniş biçimleriyle uyum gösterir.

Sonuç olarak İbn Haldun, İslami Agorizm için yalnızca geçmişin bir figürü değil, geleceğin devletsiz ümmet modelini kurmak adına tarihsel ve yöntemsel bir rehberdir. Onun analizleri, hem iktisadi etik hem de otorite eleştirisi açısından bu ideolojinin sosyolojik temelini güçlendirmektedir.


Kaynakça: İlahiyat, anarşizm ve finans literatüründeki ilgili çalışmalar göz önünde bulundurulmuş, çağdaş örneklere yer verilmiştir en.wikipedia.orglibertarianism.orgen.wikipedia.orgsalaamgateway.combritannica.comen.wikipedia.orgkcl.ac.uk


By: M.T.A. 



Tevhidi Agorizm için tasarı (manifestom için bir prototip)

  ↪Tevhîdî Agorist İslami İdeoloji Tasarımı 1. Temel Felsefe ve İdeolojik Kökenler Tevhîd (Allah’ın Birliği): İdeolojinin temelini sadece A...