Demokratik Konfederalizme Tevhîdî Bir Eleştiri: Seküler Otonominin Sınırları, Terörizmin Entelcesi
Özgürlüğü yalnızca halk meclisleriyle ve yerel otonomiyle tanımlayan demokratik konfederalizm, ilk bakışta merkezi devlete karşı bir duruş olarak umut verici görünse de, Tevhîdî Agorizm'in hakikat merkezli yaklaşımıyla derinlemesine incelendiğinde ciddi kırılganlıklar ve ilkesel boşluklar barındırır. Bu yazıda, demokratik konfederalizmin temel tezlerini, Tevhîdî Agorist bakışla değerlendirecek ve niçin bu modelin hakikatle tam olarak barışamayacağını göstereceğim.
PKK terör örgütünün ve alaşımlarının fikirlerinin tabii ki burada bir kabulü yoktur. Amerikan burjuvazisinin kuklası katil cellatları hiçbir şekilde desteklemiyoruz.
1. Seküler Ahlâkın Krizi
Demokratik konfederalizm, bireyin ve toplumun ortak iradesini merkeze alan bir modeldir. Fakat bu irade, ilâhî referansa dayalı değildir. Yani "hak" halktan çıkar, Allah’tan değil. Tevhîdî Agorizm ise, mutlak hakikatin yalnızca Allah’a ait olduğuna inanır ve toplumsal kararların da bu hakikate tabi olmasını şart koşar. Halkın çoğunluğu bir şeyi helâl saysa da, Allah haram kıldıysa mesele kapanır.
Oysa demokratik konfederalizmde karar mercii halktır, ilah değil. Bu seküler ahlâk, zamanla bireysel hevânın, kolektif şûrâya galip gelmesine neden olur. Sonuç: İlkesiz çoğulculuk, sınırlarını kaybetmiş bir “özgürlük” anlayışı.
Bu durum, zamanla toplumun “ortak aklı” denilen şeyin aslında hevâların toplamına dönüştüğü bir zemini doğurur. Halk meclislerinde alınan kararlar, ahlâkî ölçüye değil; duygusal dalgalanmalara, ideolojik trendlere ya da çoğunluk psikolojisine dayanır. Böyle bir düzende zinâ “özgürlük”, faiz “ekonomik kalkınma”, tesettür “kişisel tercih”, Allah’ın hükümleri ise “gericilik” olarak kodlanabilir. Bu, sadece bir yönetim biçimi değil; hakikatin toplumsal meşruiyetini iptal eden bir bozulma rejimidir.
Tevhîdî Agorizm için özgürlük; hevânın değil, vahyin hükümranlığı altındaki irâdedir. Gerçek bir özgürlük, yalnızca Allah’tan başkasına boyun eğmeyen bir insanın özgürlüğüdür. Seküler otonomi ise bu özgürlüğü taklit eder ama asla yerine geçemez. Çünkü yönü yoktur, ilkesizdir; dün savunduğunu bugün inkâr edebilir. Bu yüzden demokratik konfederalizmde ahlâk zamana, topluma ve lidere göre değişebilir. Tevhîdî Agorizm’de ise ahlâk, sabittir: Haram haramdır, helâl helâldir.
Bu bağlamda, demokratik konfederalizm bireyi “özgür” kılsa da, hakikatten kopuk bir özgürlüğe mahkûm eder. Yani birey, Rabbinden kopartılır; toplumun gönlüne teslim edilir. Bu, sadece yeni bir kölelik biçimidir. Zira halkın çoğunluğu bir Firavun’u alkışladığında, Musa’nın yalnız kalması haksızlığı değil, hakikati gösterir.
Oysa bizim inancımızda hak, kalabalığın değil; Allah’ın tarafında durandır. Tevhîdî Agorist toplum, hakikati çoğunlukla değil, vahiy ile ölçer. Şûrâ yapılır ama karar Allah’a arz edilir. Bu fark, yönümüzü belirler.
Demokratik konfederalizmde şûrâ, halkın arzularına tercümanlık eder; oysa Tevhîdî şûrâ, hakikatin şahitliğidir. Halk meclislerinde karar alınırken “bu doğru mudur?” değil, “çoğunluk bunu istiyor mu?” sorusu sorulur. Lakin çoğunluğun istediği şey, adâletle örtüşmediğinde, sonuç zulüm olur. Tarih, halkın çoğunlukla zulme alkış tuttuğu yüzlerce örnekle doludur. Bu yüzden, yönü vahiy olmayan bir meclis, ilahî ölçüsüzlükle savrulmaya mahkûmdur.
Bir toplumun özgürlüğü, Allah’a itaat ettiği orandadır. Aksi durumda, görünüşte özgür olan birey, modern putlara – ideolojiye, lider figürlerine, kolektif tahakküme – boyun eğmeye başlar. İşte bu, çağdaş bir şirk rejimidir. Artık put heykelden ibaret değildir; put, soyut kavramlarda, ideolojilerde, halk iradesi zannında gizlidir.
Tevhîdî Agorizm, bu maskelenmiş putperestliğe karşı çıkar. Hakikatin ölçüsü Kur’an’dır; toplumsal meşruiyetin zemini vahiydir. Ne halkın çoğunluğu, ne liderin karizması, ne de zamanın ruhu... Yalnızca Allah’ın hükmü. Çünkü adâlet, halkın eğilimlerine değil; Allah’ın emirlerine yaslanırsa kök salabilir.
Seküler çoğulculuk, gerçekte herkesin haklı olduğu bir yalan düzenidir. Ama Tevhîdî toplumda, yalnızca haklı olan haklıdır. Diğer fikirler saygı görür ama bâtıl, hiçbir zaman meşru gösterilmez. Zinayı özgürlük diye yutturan, tesettürü baskı sayan, ribâyı kurtuluş gören anlayış, Tevhîdî bir sistemde yer bulamaz. Çünkü bu sistemde özgürlük, nefsin değil; ruhun özgürlüğüdür.
Özetle, Demokratik Konfederalizm seküler ahlâk krizini çözmez, onu kurumsallaştırır. Bireyi ilahîleştirir, toplumu ölçüsüzleştirir, hakkı çoğunluğa emanet eder. Tevhîdî Agorizm ise özgürlüğü hakikatin içine inşa eder. Bu yüzden bizim yolumuz, çoğunluğun değil, Hakk’ın yoludur.
Demokratik konfederalizmin inşa ettiği “özgür birey”, aslında hakikatten azade bırakılmış bir sürgündür. Ne bir kıblesi vardır ne de hesabını vereceği mutlak bir otorite… Bu özgürlük tanımı, özünde bir başıboşluk vaadidir. İnsan, fıtraten sınırsızlığa değil; adaletle çizilmiş sınırlara muhtaçtır. İşte bu yüzden, Tevhîdî Agorist bakış açısında bireyin hürriyeti, Rabbinin koyduğu sınırlar içinde anlam kazanır. Sınır yoksa, yön de yoktur; yönsüzlük ise yozlaşmadır.
Hakikatsiz özgürlük, nihayetinde modern câhiliyyedir. Ve bu câhiliyye, artık deveye tapan putperestlik değil; halk iradesi putuna tapan seküler kolektivizmdir. Allah’tan gayrısının hükmettiği her düzen, ister devletle ister halk meclisiyle işlesin, şirk düzenidir. Tevhîdî Agorizm, bu şirk biçimlerine karşı yalnızca muhalif değildir; onları ifşa eden, teşhir eden ve reddeden bir kopuş hareketidir.
Demokratik konfederalizm, bu çağdaş câhiliyye için makul ve kabul edilebilir bir “alternatif sistem” gibi gösterilir. Oysa, Tevhîdî gözle bakıldığında, bu sistemin özü değişmemiş; sadece biçimi dönüşmüştür. Devlet yerine meclis, lider yerine komite, yasa yerine halk iradesi getirilmiştir. Fakat hüküm koyma yetkisi yine Allah’a değil, mahlûkâta aittir. Yani zulüm, bu kez halkın rızasıyla meşrulaştırılmıştır.
Tevhîdî Agorizm ise bu döngüyü kırar. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. Şûrâ, O’nun rızasını gözettiği sürece meşrudur. Karar alma süreçleri, ilahî buyrukla yoğrulmamışsa, o karar ne kadar katılımcı olursa olsun bâtıldır. Hakkı çoğunlukla değil; Kur’an’la ölçen bir cemiyet, ancak o zaman sapmadan yürüyebilir. Yoksa her sapma “çoğunluk” etiketiyle süslenir, her bâtıl “toplum iradesi”yle makyajlanır.
"Sizden bir topluluk, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden olsun."
(Âl-i İmrân 3/104)
Bu çağrının gereği, çoğunluğun arzularına göre değil; Allah’ın emrine göre konumlanmakla mümkündür. Demokratik konfederalizmin çoğulculuğu, iyiliği görecelileştirir, kötülüğü öznel kılar. Oysa İslâm’da maruf ve münker bellidir, Allah tarafından tanımlanmıştır. Tevhîdî Agorist ahlâk, hükmü kullarda değil, Hâlık’ta arar.
Seküler çoğulculuğun vaadi, hakikati çoğaltmak değil; hakikati silikleştirmektir. Her şeyin göreceli olduğu bir düzende, artık iyi ile kötüyü ayırt edecek bir mihenk taşı kalmaz. Böylece toplum, neyi savunması ya da neye karşı çıkması gerektiğini bilemez hale gelir. İşte bu hâl, hakkın değil, belirsizliğin tahakkümüdür. Ve bu belirsizlik, insanı eninde sonunda zulme, istismara ve yozlaşmaya mahkûm eder.
Tevhîdî Agorizm’in reddettiği şey yalnızca seküler yasa değildir; meşruluğun kaynağı olarak beşer aklının ilâhlaştırılmasıdır. Hakkı koyma, helâl ve haram sınırlarını çizme yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Bir meclis ya da topluluk bunu üstlendiği anda, Allah’ın yetkisine ortak olmuş olur. Bu ise Kur’anî ifadesiyle apaçık bir şirktir:
“Hüküm yalnızca Allah’ındır. O, yalnızca kendisine kulluk etmenizi emretmiştir.”
(Yusuf Suresi, 40)
Bu ayet, hem bireysel hem kolektif özgürlüğün temelini çizer: Hüküm koymak, yalnızca Allah’a mahsustur. İnsanlar, sadece o hükme boyun eğerek özgürleşebilirler. Onun dışındaki her hüküm, özgürlük maskesi takmış bir kölelik biçimidir. Bu maskeyi kimi zaman “ulusal irade” takar, kimi zaman “toplum sözleşmesi”, kimi zamansa “yerel meclisler”. Ama mahiyet aynıdır: Allah’ın hükmü yerine kulların hükmünü geçirme teşebbüsü.
Demokratik konfederalizmin meşruiyet zemini halktır; Tevhîdî Agorizm’de ise Allah’tır. Bu temel fark, tüm sistemleri birbirinden ayırır. İlki yatay bir tahakküm üretir; ikinci ise yukarıdan gelen bir rahmet düzenini teklif eder. O rahmet, yalnızca şeriatla mümkündür. Fakat burada şeriat, bir devletin ceberrut aparatlarıyla değil; halkın rızası, bilinçli itaati ve cemaat içi istişareyle tecelli eder. Devlet yoktur; ama düzen vardır. Zorlama yoktur; ama sorumluluk vardır. Bu, fıtratla barışık özgürlüğün adıdır.
Sonuç olarak, demokratik konfederalizmin önerdiği özgürlük, başıboşlukla özgürleşme hayalidir. Fakat gerçek özgürlük, kulluk bilinciyle başlar. Bireyin kendi hevâsına değil, hakikate tâbi olduğu; cemiyetin kararlarını çoğunlukla değil, vahiy ekseninde aldığı; üretimin, ticaretin, toplumsal ilişkilerin helâl çizgide seyrettiği bir yapı, ancak Tevhîdî Agorist cemiyetle mümkündür.
Bu nedenle bizler, halkın değil; Hakk’ın şahitliğine talibiz. Kur’an bizim anayasamız, şûrâ bizim yöntemimiz, adâlet bizim kıblemizdir. Ve bu yolda yürürken, kalabalık olmaya değil; doğru yolda olmaya bakarız.
“Hakikat, onların çoğunun hoşuna gitmese de, biz onu hak olarak indirdik ve o hak olarak geldi.”
(İsrâ Suresi, 81)
2. Devlet Eleştirisinde Yetersizlik
Demokratik konfederalizm devleti reddeder, ancak onun zihniyetini yeniden üretir. Silahlı milis yapılanmaları, halkın meşru gücü olarak sunulur ama bu yapılanmaların karar mekanizmaları, genellikle seçilmiş komiteler ya da ideolojik öncülükle şekillenir. Tevhîdî Agorizm ise “öncülük” adı altında gizlenen her türlü yeni iktidar biçimini reddeder.
Hakikate dayalı bir toplulukta, emir ve yetki yalnızca adâletin, yani Allah’ın hükümlerinin yürürlüğe koyulmasıyla meşrudur. Oysa burada yetki, insan icadı programlara, manifestolara ve komitelere bağlıdır. Yani, modernizmin devrimci varyantı, devletin tahakküm aygıtını yeniden üretmektedir.
Demokratik konfederalizm, merkezi devlete karşı çıkar görünse de, onun asli vasıflarını yataylaştırarak yeniden üretir. Devletin tahakküm aracı olan zor tekeline karşı milis gücü önerilir; bürokrasiye karşı halk meclisleri kurulur; yasama erkine karşı yerel karar komiteleri getirilir. Ama özde değişen yalnızca görünüş ve araçtır. Yetki hâlâ kullardadır, emirler hâlâ beşerîdir, hesap ise yalnızca sisteme verilmektedir — Allah’a değil.
Tevhîdî Agorizm, bu dönüşümün bir iktidar illüzyonu olduğunu görür. Devletin yokluğunu ilan eden bir yapı, eğer Allah’ın hükmüyle yönetilmiyorsa, sadece devletin suretini değiştirmiş demektir. Komiteler, seküler öncüler ya da silahlı meclis güçleri aracılığıyla yapılan her tahakküm, ister “devrim” adına ister “özgürlük” adına yapılsın, zulmün yeni formudur. Zira zulüm, yalnızca baskı değil; Allah’ın hükmü yerine başka bir hükmü geçerli kılmaktır.
Özellikle “öncülük” fikri, modern devrimci hareketlerin içselleştirdiği gizli bir tahakküm biçimidir. Kitleleri “bilinçlendirme” kisvesiyle yöneten elit yapılar, halkın iradesini vesayet altına alır. Demokratik konfederalizmde de bu durum sıkça görülür: öncü kadrolar, halkı temsil ettiğini söyler; ama karar alma süreçleri, ideolojik kalıplar çerçevesinde şekillenir. Böylece özgürlük iddiası, öncü iradeye tabi bir itaate dönüşür.
Tevhîdî Agorist yapı ise öncülüğü kabul etmez; çünkü mü’minlerin rehberi sadece vahiydir. Her birey, şer’î bilgiye ulaşma ve onunla amel etme sorumluluğuna sahiptir. Ne bir “öncü parti”, ne “devrimci kadro”, ne de “merkezi meclis” onun yerine geçemez. Hakikatin temsilcisi, örgütlü akıl değil; Allah’ın hükmüdür. Cemaat, bu hükme boyun eğdiği sürece adâletle kaim olur.
Ayrıca demokratik konfederalizmin getirdiği güvenlik yapılanmaları da problematiktir. “Halkın silahlı gücü” olarak sunulan milis yapılanmalar, çoğu zaman yerel otoritenin askeri kolu hâline gelir. Bu durum, devletin cebrî karakterini kopyalar. Zira silahlı güç, meşru bir hükme değil; ideolojik veya seküler karar mekanizmasına bağlı olduğunda, zulmün aracı hâline gelir. Tevhîdî Agorizm’de ise silah, yalnızca zulme karşı direnmek için, meşru müdafaa amacıyla ve şûrâ onayıyla taşınır; asla bir tahakküm aracı olarak örgütlenemez.
Unutmamak gerekir ki; devlet sadece fiziki bir yapı değil, aynı zamanda bir akıldır. O akıl; kendini yasa koyucu, hüküm belirleyici ve hesap sorulmaz otorite olarak görür. Demokratik konfederalizm, bu aklı öldürmemiştir. Sadece merkezden alıp yerele devretmiştir. Ama şirk, sadece merkezde değil; yerelde de hüküm sürdüğünde aynı kapıya çıkar: tağûtî düzen.
"Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerin ta kendisidir."
(Maide, 45)
Tevhîdî Agorist cemaatin tek referansı bu ayettir. Yeryüzünde kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmiyorsa, o ister devlet, ister komite, ister halk meclisi olsun; zulmün tarafındadır.
Bu yüzden Tevhîdî Agorizm’in devlet eleştirisi, yüzeysel değil; epistemiktir. Sadece form değil, içeriği de reddeder. Sadece merkeziyetçilik değil, beşerî yasa yapma yetkisi de sorgulanır. Tevhîdî bir toplumda, düzen vardır ama Devlet yoktur; karar vardır ama Allah’ın hükmüne tabi olmayan irade yoktur; cemaat vardır ama sınıfsal, ideolojik, seküler öncülük yoktur. Çünkü hakikatin tek kaynağı Allah’tır; insanlar ise ancak O’nun kulu olarak birbirine kardeş olabilir.
Devlet eleştirisini yalnızca kurumsal bir “yok etme” çabasıyla sınırlandırmak, modern anarşist refleksin tipik açmazıdır. Demokratik konfederalizm, devleti “yıkmak” ister ama onun yerine neyin ikâme edileceği konusunda ya muğlaktır ya da yine devleti taklit eden yapılara yönelir. Komiteleşmiş otoriteler, halk adına karar alan özerk bürolar, milis güçlerinin merkeze evrilmiş refleksleri… Bütün bunlar devleti öldürmemiştir, sadece ismini değiştirerek yaşatmıştır.
Tevhîdî Agorizm ise yalnızca devleti değil, devlet aklını yıkmayı hedefler. Devlet aklı, kendini mutlaklaştıran, otoritesini kutsayan ve insanı rızasız itaate zorlayan akıldır. Bu akıl; yasayı yapar, uygular ve sorgulanamaz. Tevhîdî Agorist cemiyette ise hiçbir yapı sorgulanamaz değildir, çünkü yalnızca Allah mutlak otorite sahibidir. Şûrâ dahi –ki onun esası istiklâliyet değil, istinattır– yalnızca vahye yaslandığı sürece muteberdir.
Demokratik konfederalizm gibi sistemlerde yerel meclisler, zamanla bölgesel mikro-devletçiklere dönüşme potansiyeli taşır. Yani her meclis, kendi bölgesel ideolojisinin tatbikçisi olur. Bu ise adalet değil, çok merkezli otoriterleşmedir. Tevhîdî Agorizm bu süreci şöyle okur: Devletin öldüğü söylenmiş ama iktidarın dili, yapısı, mantığı dimdik ayaktadır. Ve bu mantık, sürekli bir kurumsallaşma hastalığı üretir.
Biz, şuna inanırız: Hak, kurumsallaşarak büyümez; takvâyla yaşatılır. Tevhîdî Agorist sistemde hiçbir kurum “kendi kendine” meşrû değildir. Meşrûluk, ancak ilâhî hükme dayanan uygulamalarla mümkündür. İster ticaret birliği, ister üretim kooperatifi, ister savunma grubu olsun; hepsi Kur’an ve Sünnet ile uyumlu olduğu ölçüde meşrudur. “İslâmî olmayan hiçbir yapı, adil olamaz.” Bu bizim temel düsturumuzdur.
Demokratik konfederalizmin milis yapıları ve halk güvenliği adı altındaki “yerel ordu” mantığı da ciddi bir sorundur. Zira bu yapıların bağlılığı şer’î bir otoriteye değil, çoğu zaman bölgesel bir ideolojiye ya da seküler bir kimliğe dayanır. Bu da onları şerîattan bağımsız tahakküm mekanizmalarına dönüştürür. Oysa Tevhîdî Agorist savunma, yalnızca zulme karşı organize olur. Hedefi iktidar değil, ifsadın bertaraf edilmesidir.
Adâlet mülkün temeli değildir; adâlet vahyin temeli üzerinedir. Dolayısıyla bizim için “mülk” (iktidar, otorite) kutsal değil, geçicidir. Kalıcı olan adâlettir. Tevhîdî Agorist bir toplumda hiçbir yapı, kendisini Allah’ın yerine koyarak hüküm veremez. Devlet yoktur çünkü Devlet’in ruhu olan sorgulanamaz egemenlik bizim katımızda şirkle eşdeğerdir.
Bu anlayışla:
-
Devlet yerine “şûrâ” gelir, ama bu şûrâ, Allah’a arz edilmeden karar almaz.
-
Güvenlik yerine “direniş” gelir, ama bu direniş, vahyin dışına çıkmaz.
-
Yasa yerine “şer’î ölçü” gelir, ama bu ölçü halkın oyuyla değil, Allah’ın kelâmıyla sabittir.
-
Komiteler yerine “emin olanlar” gelir, ama bu emanetçilik rızaya, adâlete ve takvâya dayanır.
“Onlar ki, kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimizde, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Bütün işlerin sonu Allah’a varır.”
(Hac Suresi, 41)
Bu ayet, Tevhîdî Agorist toplumun hem gayesini hem sınırını çizer: İktidar yalnızca adâleti tesis ettiği sürece meşrudur. O adâlet ise beşer aklının değil, Allah’ın indirdiği ölçünün ürünüdür.
Demokratik konfederalizm, özünde devlete karşı konumlanırken, onun fonksiyonlarını topluma devrederek yeni bir tahakküm mimarisi kurar. Yetki artık tek bir merkezde değil, çok merkezli yapılarda bölüştürülür. Ama bu bölüşüm, Allah’ın hükmüne dayalı olmayan bir egemenlik dağılımıdır. Yani egemenlik paylaştırılır ama yine mahlûkâta verilir. Sonuçta şirk dağıtılmış olur, yok edilmez.
Devletin alternatifi olarak önerilen yapıların da çoğu, seküler çerçevede inşa edilir. “Adalet”, “özgürlük”, “halk iradesi”, “toplumsal sözleşme” gibi modern kavramlar, ilahî bir kaynağa dayanmadan tanımlanır. Oysa Tevhîdî bakış açısında bu kavramlar, nötr değildir. Adalet Allah’ın isimlerindendir; hüküm O’nundur; özgürlük ise yalnızca O’na kullukla mümkündür. Dolayısıyla Tevhîdî Agorizm’de, bu kavramlar ancak vahyin sınırları içinde meşruiyet kazanır.
Demokratik konfederalizmin karar mekanizmaları da eleştiriye açıktır. “Halk meclisi” adıyla oluşturulan yapılar, görünüşte katılımcıdır; ancak birçok durumda halkın gerçek iradesi değil, ideolojik önderlerin yönlendirdiği irade öne çıkar. Bu durum, seküler öncülük oligarşisi doğurur. Komiteler halkı temsil etmez; halkı şekillendirir. Bu ise, devletin halk üzerindeki biçimlendirici fonksiyonunun başka bir isimle yeniden doğmasıdır.
Tevhîdî Agorizm’de ise temsil değil, şahitlik esastır. Temsil eden değil; Allah’ın hükmüne şahitlik eden öne çıkar. Bu yüzden Tevhîdî Agorist cemiyette lider, yöneten değil; emin olan ve sorumluluk yüklenen kişidir. Hiyerarşi değil, emanet vardır. Bu fark sadece yönetişim şekliyle ilgili değildir; bu, ahlâkî bir yöneliş farkıdır. Yani sistem, gücü değil; sorumluluğu öne çıkarır.
Ayrıca demokratik konfederalizm, “militarist devlet yapısını” aşmak adına silahlı güçleri yerelleştirse de, bu yapıların meşruluk kriteri vahiy değil, seküler halk konsensüsüdür. Bu yüzden milis yapıların sınırları da muğlaktır. Kime karşı, ne için, hangi ölçüyle silah taşınacağı çoğu zaman kolektif reflekslerle belirlenir. Bu, toplumsal huzur değil; potansiyel iç tahakküm riski doğurur. Tevhîdî Agorist sistemde ise silah yalnızca zulme karşı bir savunma aracı olarak meşrudur ve ancak şûrâ rehberliğiyle, şer’î ölçüye göre kullanılabilir.
Son olarak, demokratik konfederalizm çoğu zaman yerel ekonomi, yerel güvenlik ve yerel eğitim ile birlikte yerel ideoloji üretmeye başlar. Bu da toplum içinde birbirini dışlayan mikro-ideolojik kümeler oluşturur. Yani bir bölgede “özgürlük” ribâya izin vermekse, diğer bölgede “özgürlük” başörtüsünü yasaklamak olabilir. Böylece hakikatin bölünmesi ortaya çıkar. Her yerel yapı kendi hakikatini kurar. Bu, çoğulculuk değil; hakikatsizliktir.
“Allah, gökleri ve yeri hak üzere yaratmıştır. O, size şekil verdi; ne güzel şekil verdi! Dönüş O’nadır.”
(Teğâbün Suresi, 3)
Yani her şeyin bir hak üzere kurulması gerekir. Tevhîdî Agorizm, bu hakikatin toplumsal yansımasıdır. Bize göre hak, her bölgede aynı kalır. Çünkü Kur’an her coğrafyada, her zamanda ve her toplulukta geçerlidir. Demokrasi gibi halk iradesini mutlaklaştıran değil; şûrâ gibi vahye bağlı iradeyi merkeze alan bir toplumsal işleyiş, ancak böyle sabit ve evrensel bir adalet doğurabilir.
Demokratik konfederalizm, her ne kadar devlete karşı alternatif olarak konumlansa da, onun varoluşsal doğasını sorgulamaz. Otoritenin merkezden yerele indirilmesi, otoritenin meşruiyetini ortadan kaldırmaz; sadece coğrafyasını değiştirir. Tevhîdî Agorizm için bu, sadece bir “idare biçimi” meselesi değil; hakikatle koparılmış bir otoritenin yeniden üretimi meselesidir.
Bir yapının adaleti, ne kadar katılımcı olduğu ya da kimler tarafından yönetildiğiyle değil; hangi ölçüye göre hükmettiğiyle ilgilidir. Demokratik konfederalizm bu ölçüyü, toplumun çoğunluk kararı olarak belirler. Oysa çoğunluk ne zaman adaletin teminatı olmuştur? Firavun’a karşı çıkan Hz. Musa yalnızdı. Ashâb-ı Kehf, zalim bir toplumda azınlıktı. Lut kavmi çoğunluktaydı. Hak, hiçbir zaman çoğunluğa zimmetli olmadı. Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, kararları çoğunluğa değil, hakikate dayandırır.
Bugün demokratik konfederalist yapılar, karar mekanizmalarını “doğrudan demokrasi” ile tanımlar. Ancak bu demokrasi anlayışı, mutlaklaştırılmış bir halk iradesi üretir. Bu ise modern sekülerliğin özü olan “otorite Allah’a değil, halka aittir” inancının yeni biçimidir. Dolayısıyla halk meclisi de olsa, devlet parlamentosu da olsa; eğer Allah’ın hükmüyle bağ kurmuyorsa, aynı şirk düzeninin farklı yüzleridir.
Bir başka mesele de, ideolojik önderliğin doğasıdır. Demokratik konfederalist örgütlenmeler, halk adına hareket eden “öncü kadrolar” oluşturur. Bu kadrolar çoğu zaman halkın ihtiyaçlarına değil, ideolojinin gereklerine göre karar alır. Böylece halk, devlet yerine ideolojinin tahakkümü altına girer. Bu sefer devletin polisi değil; ideolojinin “ahlâk birimi” toplumu şekillendirmeye başlar. Tevhîdî Agorizm ise bu ideolojik vesayet biçimini de reddeder. Çünkü biz biliriz ki: Hakikat, halktan da ideolojiden de büyüktür.
Tevhîdî bir toplumda “öncülük” görev değilse, fitnedir. Allah’ın hükmü varken, insanlara kendi “en doğrusunu” dikte eden her grup, bir tür yeni Firavunluk kurmuş olur. Bu nedenle Tevhîdî Agorizm’de otorite değil, emanet vardır. Lider değil, emin kişi öne çıkar. Halk adına değil, Allah adına konuşulur. Komiteler, karar almak için değil; hakkı yaymak, şûrâyı kolaylaştırmak ve zulmü engellemek için kurulur.
Buna karşın demokratik konfederalizmde yetkiyi elinde tutan yerel komiteler, zamanla bir tür “yerel iktidar elitine” dönüşür. Bu dönüşüm, devletsiz devletçilik dediğimiz olgunun habercisidir. Devlet yoktur, ama toplum üzerine çökmüş bir otorite yine vardır. Kurumlar, ideolojik bağlılık üzerinden yükselir. Adalet yerini, grup içi sadakat kavramına bırakır. Bu ise ahlâk değil; siyasî sadakatin kutsanmasıdır.
Tevhîdî Agorizm ise sadakati yalnızca Allah’a yönlendirir. Hiçbir insan, hiçbir topluluk, hiçbir fikir, Allah’ın hükmüne tercih edilemez. Siyaset, insanlar arasındaki ilişki biçimi değil; Allah’la yapılan sözleşmenin toplumsal tezahürüdür. Dolayısıyla bir Tevhîdî toplumda güç kimde olduğu değil; hükmün kime ait olduğu sorusu esastır. Cevap bellidir: “Hüküm yalnızca Allah’ındır.”
“Allah’tan başkasına itaat, isyandır. Allah’a isyan emreden hiçbir yapı meşru değildir.”
(Muhammed Sûresi, 33 - yorumla)
Sonuç olarak Demokratik Konfederalizm, devleti yıktığını söylese de, onun yerine Allah’ın hükmünü koymaz. İktidarı halka devreder ama sorumluluğu Allah’a bağlamaz. Halkı özgürleştirir ama nefsine mahkûm eder. Tevhîdî Agorizm ise ne halkı, ne lideri, ne ideolojiyi merkeze alır. Sadece Hakk’ı merkeze alır.
Biz, yöneten değil; şahitlik eden bir toplumu hedefliyoruz. Karar değil, hikmet yüklü bir adaletin yayılmasını amaçlıyoruz. Ne devletin zoruna, ne halkın hevâsına boyun eğiyoruz. Biz sadece Allah’a boyun eğen bir toplum hayal ediyoruz. İşte bu nedenle:
3. Ekonomide Kolektivizmin Dayatılması
Karşı-ekonomi fikrini benimseme iddiasına rağmen, demokratik konfederalizm çoğu zaman merkezi kooperatifler ve topluluk denetimi üzerinden bir ekonomik yapı önerir. Bu da bireysel girişimi ve özgür pazarı sınırlayan, hatta dışlayan bir kolektivizm anlamına gelir.
Tevhîdî Agorizm ise özgür piyasa ile adaletin buluştuğu bir sistem kurar. Haramdan arınmış, ribâsız, sömürüsüz bir pazar… Burada birey, Allah’ın sınırları içinde dilediği gibi üretir, takas eder ve paylaşır. Ne kolektifin tahakkümü vardır, ne de kapitalist tekellerin. Demokratik konfederalizm bu dengeyi kuramaz çünkü üretim ilişkilerini "toplum adına" merkezileştirir.
Demokratik konfederalizm, ekonomik tahakküme karşı alternatif bir yapı sunduğunu iddia eder. Ancak sunduğu çözüm, yalnızca kapitalist merkeziyetçiliğin yerini kolektif merkeziyetçiliğe bırakmaktan ibarettir. Ekonomide dev tekeller yerine, ideolojik olarak yönlendirilmiş “toplum kooperatifleri” geçer. Fakat burada da birey, özgür değildir. Çünkü ne üreteceğine, nasıl üreteceğine, kiminle ve hangi ölçüde paylaşacağına dair kararlar bireyin fıtratına değil, kolektifin direktiflerine bağlıdır.
Tevhîdî Agorizm ise bu noktada hem kapitalizmi hem sosyalizmi hem de onların “toplumcu” kırmalarını aşar. Zira ona göre piyasa bir sömürü aracı değil, imtihan alanıdır. Üretim, ticaret, takas ve paylaşım; Allah’ın haram ve helâl çizgilerine bağlı kaldığı sürece serbesttir. Yani ekonomi, bireyin hem rızkını aradığı hem de kulluğunu gösterdiği bir alan olur. Ne tekelin tahakkümü, ne komitenin izni… Sadece Allah’ın çizdiği sınırlar.
Demokratik konfederalizmin kooperatif yapıları, görünürde eşitlikçi olabilir. Fakat bu yapılarda çoğu zaman “kolektifin menfaati” adı altında bireyin hakları bastırılır. Bir bireyin hangi ürünü ne kadar satabileceği, ne kadar üretebileceği, hangi pazar alanına erişebileceği, topluluk denetimi adıyla kısıtlanabilir. Bu, ekonomik bir baskıdır. Hatta yer yer kapitalist zorlamalardan daha sinsi bir baskı biçimidir. Çünkü bu sefer baskı “biziz” diyerek gelir. Oysa topluluk da olsa, bireyin rızasına aykırı hiçbir ekonomik zorlama, Tevhîdî ölçüye göre meşru değildir.
Tevhîdî Agorizm’de birey, kendi emeğinin karşılığını dilediği şekilde değerlendirme hakkına sahiptir. Bu değerlendirme süreci, ribâdan, haksız kazançtan ve istismardan uzak olduğu sürece, tam bir ekonomik özgürlük alanıdır. Çünkü mülk Allah’ındır ve insan, bu mülk üzerinde halifelik sorumluluğuyla hareket eder. Kolektifin dayatması da, şirketin sömürüsü de bu ilkeye aykırıdır.
Ayrıca, demokratik konfederalist ekonomik modelde “toplumsal fayda” kavramı sıkça vurgulanır. Ancak bu fayda tanımı, sabit bir ilkeye dayanmaz. Fayda; kimi zaman çevreci, kimi zaman feminist, kimi zaman yerelci reflekslerle belirlenir. Bu da ekonomik kararlarda ideolojik yönlendirme riski doğurur. Tevhîdî Agorizm ise toplumsal faydayı keyfî değil, vahiy merkezli tanımlar: Adaletli paylaşım, yetimin korunması, ihtiyaç sahibine infak, israftan sakınma, rızıkta helâllik... Bunlar, ekonomik ahlâkın ilkeleridir. Yani ekonomik düzen, ideolojik değil; itikadîdir.
Bir diğer nokta da “üretim araçları mülkiyeti” meselesidir. Demokratik konfederalizm, bu araçları toplumun denetimine verirken, bireysel sermayeyi potansiyel tehdit olarak görür. Tevhîdî Agorizm ise sermayeyi değil, haksız kazancı tehdit sayar. Yani bir kişi, Allah’ın helâl sınırları içinde kazandığı birikimiyle üretim aracına sahip olabilir. Bu sahiplik, eğer infakla, sadaka ile, zekâtla birleşiyorsa toplumu yozlaştırmaz; aksine diriltir. Çünkü bireyin malı, kulun değil, Allah’ın emaneti olarak görülür.
“Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rızaya dayanan ticaretle olabilir.”
(Nisâ Suresi, 29)
Bu ayet, ekonomik adaletin temelini atar: Birey özgürdür, ama bu özgürlük bâtıla değil; helâle yöneliktir. Demokratik konfederalizm bu ölçüyü tanımaz; özgürlüğü kolektife, meşruiyeti toplumun “rızasına” bırakır. Ama toplumun rızasıyla yapılan her iş meşru değildir. Firavun’un sarayında da halk razıydı. Ama orada adalet yoktu.
Tevhîdî Agorizm’in karşı-ekonomi anlayışı:
-
Devletin ve tekelin olmadığı,
-
Kolektifin baskısının bulunmadığı,
-
Ticaretin helâl, üretimin adil, paylaşımın ihlâsla yapıldığı,
-
Zekât, sadaka ve infakın dönüştürücü olduğu,
-
Bireyin Allah’a karşı sorumlu olduğu bir “şer’î serbest piyasa”dır.
Demokratik konfederalizm bu dengeyi kuramaz. Çünkü temeli vahye değil, ideolojiye dayanır. Onların pazarı “kimin daha ilerici olduğu” yarışıdır; bizim pazarımız “kim daha takvâlı ve adil davranıyor” meselesidir.
Demokratik konfederalist ekonomi anlayışı, bireyi özgürleştirme iddiasıyla yola çıkar; fakat çoğu zaman bireyin girişim kabiliyetini kolektifin “konsensüsüne” mahkûm eder. Oysa gerçek özgürlük, yalnızca bireyin kendi malı üzerinde tasarruf hakkıyla değil; bu tasarrufun hak ölçüsüne tabi olup olmamasıyla ilgilidir. Tevhîdî Agorizm, bireye mülkiyet hakkı tanır ama bu hakkı mutlaklaştırmaz; ilâhî sorumlulukla sınırlar.
Demokratik konfederalizm, kapitalist piyasanın adaletsizliğine karşı “toplum mülkiyeti”ni savunur. Ancak bu mülkiyet, aslında kolektif bürokrasiler eliyle yönetilir. Pazarlar, üretim araçları ve iş gücü havuzları; "komünal denetim" altında, belirli normlar çerçevesinde kontrol edilir. Bu, kapitalizmin dikey tahakkümünün yerine, yatay ama yaygın bir denetim ağı koyar. Tevhîdî Agorizm ise bu “toplumculuk” kılığındaki baskıcı ekonomik mimariye itiraz eder. Çünkü bu model, kulun kul üzerinde yeniden tahakküm kurmasının bir başka yoludur.
Kapitalizm, insanı tüketici olarak nesneleştirirken; kolektivist sistemler, onu üretici olarak makineleştirir. Her iki sistemde de birey, bir araçtır. Oysa Tevhîdî Agorizm’de birey, ekonomik sistemin nesnesi değil; sorumlu failidir. Pazar, sadece arz-talep ilişkilerinden ibaret değil; ahlâkî bir karşılaşma alanıdır. Birey, burada yalnızca meta değil, niyet de üretir. Kazancının niyetini, tasarrufunun niyetini, harcamasının niyetini sorgular. Çünkü kazanç, sadece cüzdana değil; kalbe de yazılır.
Demokratik konfederalist yapı, “toplumun ihtiyaçları”na göre üretimi organize eder. Ancak bu ihtiyaçlar, kim adına ve neye göre belirlenecektir? Bir toplumun ihtiyacı gerçekten pirinç mi, yoksa tevazu mu? Kâğıt mı, yoksa adalet mi? İnsanlar mı karar verir; yoksa vahiy mi? İşte burada mesele teknik değil; itikadîdir. Tevhîdî Agorizm’de “ihtiyaç” sadece mideden ibaret değildir; nefsin ve kalbin açlığı da dikkate alınır. O yüzden bizim üretimimiz, sadece meta üretimi değil; ahlâk üretimidir de.
Kooperatifçilik, demokratik konfederalizmin ekonomik belkemiğidir. Ancak bu kooperatifler çoğu zaman yerel ideoloji merkezlerine dönüşür. Hangi üretim yapılacak, kiminle ortak olunacak, kime satış yapılacak gibi sorular, “etik komisyonlar” veya “toplum değerleri” kisvesi altında yönlendirilir. Böylece “ahlâk” kolektifin çıkarına göre şekillenir. Ama bu, sabit bir ahlâk değildir. Bugün helâl sayılan, yarın politik konjonktüre göre yasaklanabilir.
Tevhîdî Agorizm ise ahlâkı piyasa dışı bir kaynağa bağlar: Allah’ın hükümleri. Faiz, her yerde haramdır. Hileli tartı, her pazarda haramdır. Zekât, her durumda farzdır. Ticaret ahlâkı, modaya değil; Kur’an’a tâbidir. Bu, ahlâkın istikrarını ve adaletin sabitliğini sağlar. Böylece Tevhîdî pazar, hem serbest hem de sorumlu olur.
“İnsan için ancak çalıştığı vardır. Ve çalışmasının karşılığı mutlaka görülecektir.”
(Necm Suresi, 39-40)
Bu ayet, emeğin ve karşılığının meşruiyetini ortaya koyar. Ama bu meşruiyetin zemini, Allah’ın belirlediği çizgilerle mümkündür. Tevhîdî Agorizm bu ayeti, hem özgür emeğin hem de helâl rızkın garantisi sayar.
Sonuç olarak:
Demokratik konfederalizm, ekonomik olarak:
-
Üretimi kolektifleştirerek bireysel iradeyi boğar,
-
Piyasa özgürlüğünü topluluk denetimiyle sınırlar,
-
Ahlâkı çoğunluğun kanaatlerine emanet eder,
-
“Toplum menfaati” adı altında ideolojik yönlendirme yapar.
Oysa Tevhîdî Agorizm:
-
Bireyin üretim ve tasarruf hakkını tanır ama ilâhî sorumlulukla sınırlar,
-
Piyasayı ribâdan ve sömürüden arındırarak ahlâklı hale getirir,
-
Mülkiyeti kutsamaz; emanettir der,
-
Ekonomik özgürlüğü nefsin değil, vahyin merkezine inşa eder.
Çünkü bizim pazarda ölçü, fiyat değil takvâdır. Kazanç, sadece malda değil; niyette de ölçülür. Ve bu niyetin sahibi, yalnız Allah’tır.
4. İnanç ve Manâ Boşluğu
Demokratik konfederalizmin en büyük zaafı, bir manâ boşluğu taşımasıdır. Otonomi ve çoğulculuk adına, mutlak doğru fikrinden uzak durur. Bu da hak-bâtıl ayrımını silikleştirir. Her inanç, her fikir eşit sayılır. Ama bu hakikatin kendisine ihanettir. Tevhîdî Agorizm için, fikirlerin değil, hakikatin çoğulculuğu esastır. Farklılıklar, Allah’ın yaratışının tecellisidir ama bu farklar bâtıla meşruiyet vermez.
Kürt hareketi içinde demokratik konfederalizmin yükselişi, halkların sekülerleştirilmesi ve Tevhîd’in toplumsal anlamda etkisizleştirilmesiyle birlikte düşünülmelidir. Allah’ın hükmünün dışında kalan hiçbir model kurtuluş vaad edemez.
Demokratik konfederalizm, anlam krizine girmiş çağdaş dünyanın siyasal bir yansımasıdır. “Çoğulculuk”, “otonomi”, “katılım” gibi kavramlarla bir sistem inşa etmeye çalışır, ama bu sistemin nihai amacı nedir? Sadece yerinden yönetim mi? Sadece farklılıkların bir arada yaşaması mı? Peki, insan neden yaşar? Neye göre yaşar? Ne için yaşar? İşte bu sorular cevapsız kaldığında, her sistem bir boşluk rejimine dönüşür.
Tevhîdî Agorizm, bu boşluğu görür ve ona vahyin anlamı ile karşılık verir. Çünkü bir toplum sadece ekonomik yapısıyla, sadece siyasi örgütlenmesiyle veya toplumsal katılımıyla değil; neyin hak, neyin bâtıl olduğuna dair inancıyla yaşar. Demokratik konfederalizm ise hak-bâtıl ayrımı yapmaktan özellikle kaçınır. Bu da onu, ahlâkî görecelik içinde devinip duran bir sistem haline getirir.
Bir toplumda her inanç eşit, her fikir meşru, her tercih saygıya lâyık görülüyorsa; bu toplumda artık “hakikat” diye bir şeyden söz edilemez. Çünkü hakikatin olmadığı yerde herkesin “doğrusu” vardır, ama hiç kimsenin “sorumluluğu” yoktur. Bu da ahlâkı yerinden eder, manâyı hükümsüz kılar. Tevhîdî Agorizm bu dağınıklığı reddeder. Çünkü:
“Hak geldi, bâtıl zail oldu. Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur.”
(İsrâ Sûresi, 81)
Bu ayet, bir sistemin temel taşıdır. Tevhîdî toplum, her ne kadar farklılıkları tanısa da, bâtılı hakla eşitlemez. İtiraz hakkı vardır; ama bâtılın meşruiyet hakkı yoktur. Bu fark, sistemi şekillendiren esas ilkedir.
Demokratik konfederalizm, özellikle Ortadoğu’daki halklar üzerinde bu manâ boşluğunu yaygınlaştıran bir işleve sahip olmuştur. Kürt halkı, tarih boyunca zulme uğramış, parçalanmış, inkâr edilmiş bir millettir. Fakat bu mazlumluk, onu yeni bir seküler kurtuluş mitine teslim etmiştir. Demokratik konfederalizm, zulme karşı direnişi Tevhîdî bir çizgide değil; laik, feminist, ekolojist ve etnisite temelli bir zemin üzerine inşa etmeye çalışmıştır. Bu da Kürt halkının tarihsel İslâmî hafızasından bir kopuşa neden olmuştur.
Daha önce Bediüzzaman Said Nursî, Kürtlerin kurtuluşunun İslâm’da olduğunu savunmuştu. Ona göre milliyetçilik değil, Tevhîd esaslı bir kardeşlik onları diriltebilirdi. Bugünse bu fikir, “demokratik ulus” kavramı üzerinden, manevî boyutu silinmiş bir kimlikçiliğe indirgenmiş durumda. Demokratik konfederalizm, inancı toplumdan çıkartmaz; ama onu görünmezleştirir. Allah’ın hükmü, artık bireysel tercihe, vicdanî inanca dönüşür. Yani siyaset, Tevhîdî bağından koparılır.
Tevhîdî Agorizm ise siyasal alanı “nötr” görmez. Bilâkis, her siyasî yapı bir akideyi yansıtır. Ya Allah’ın hükmüne dayanır, ya da O’nun dışında başka hüküm koyucuları meşrulaştırır. Bu yüzden Tevhîdî Agorizm’e göre, nötrlük diye bir şey yoktur. Ya hak vardır ya bâtıl. Ya tevhîd vardır ya şirk. Bu ikisi arasında “katılımcı denge” kurulamaz. Bu nedenle biz, fikirler arasında serbestlik değil; hakikate bağlılık ararız.
İnanç, bireysel bir tecrübe değil; toplumsal bir yön tayinidir. Bir toplum Allah’a inanıyorsa, bu inanç sadece cami duvarında kalmaz; pazarda, mecliste, okullarda ve üretim yapılarında kendini gösterir. Oysa demokratik konfederalizmde inanç kamusal alandan çıkarılır, bireysel alana hapsedilir. Böylece din özel, ideoloji kamusal hale gelir. Bu da, aslında sekülerliğin klasik biçiminin yeniden üretimidir.
Tevhîdî Agorizm’in cevabı nettir:
İnanç kamusal değildir, çünkü zaten tüm varlık alanı Allah’ındır. Kamusal-özel ayrımı, seküler aklın bir dayatmasıdır. Oysa biz, Allah’ın hükmünün geçmediği hiçbir alanı meşru görmeyiz. Bu, bireyin de toplumun da fıtrî bağını korur.
Demokratik konfederalizm, inançlara alan açtığını savunsa da, bu alan anlamsızlaştırılmış bir özgürlük zemini içinde sunulur. Yani sen Allah’a inanabilirsin, ama bu inancın toplumsal bir ölçü olamaz. Başörtüsü takabilirsin, ama bu başörtüsü kamusal bir norm olamaz. Faizden uzak durabilirsin, ama faiz sistemine karşı mücadele edemezsin. Çünkü bu sistemde hakikat, bireysel olur; toplumun ise yalnızca uzlaşması önemlidir.
Bu ise tam anlamıyla nihilistik bir eşitliktir. Çünkü hiçbir düşünce, diğerinin üstünde yer alamaz. Zinâ ile iffetin, faizle infâkın, Tevhîd ile şirk’in aynı düzlemde değerlendirildiği bir düzende; artık hakikatten değil, nötr fikirlerden söz edilir. Ama insan fıtratı nötr değildir. Kalp, hakikati arar. Vicdan, adalet ister. Varlık, yaratılış gayesi taşır. Bu yüzden Tevhîdî Agorizm, insanın fıtratına aykırı olan her ideolojik eşitlemeyi reddeder.
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Oysa Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler istemese de.”
(Saf Sûresi, 8)
Bu ayet, hakikatin yalnızca korunması değil; yeniden ayağa kaldırılması gerektiğini gösterir. Demokratik konfederalizm ise nurun kendisini değil, karanlığın çeşitliliğini meşrulaştırır. Yani bâtıl görüşler “halkın iradesi” adıyla korunur, teşvik edilir ve zamanla hakikatin yerine geçirilir. Bu, sadece bir inanç krizi değil; ontolojik bir çöküştür.
Tevhîdî Agorizm, bu çöküşü durdurmak için ortaya çıkmaz; onun içinden koparak kendi varlığını inşa eder. Çünkü bir sistem hem Allah’a hem halka aynı anda hüküm koyma yetkisi veremez. Ya Allah hükmeder, ya mahlûk. Tevhîdî Agorist yaklaşımda halk, ancak ilâhî ölçüye göre yönlendirilen bir şûrâ aracılığıyla hükme katılabilir. Ama hüküm daima Allah’a aittir.
Demokratik konfederalizmin manâsızlaştırdığı bir diğer şey de şehâdet bilincidir. Tevhîdî toplumda her birey, yalnız Allah’a kulluk etmekle mükellef olduğunun farkındadır. Bu farkındalık, sosyal hayatın her alanını kuşatır: Alışverişte, oy vermede, karar alma süreçlerinde, hatta protestoda bile bir şahidlik sorumluluğu taşır. Demokratik konfederalizmde ise birey yalnızca “özgür bir yurttaş”tır. Bu yurttaşlık, hakikate değil; prosedüre dayanır. Katılım yeterlidir; yön nereye olursa olsun.
İşte tam da bu yüzden Tevhîdî Agorizm, bireye “sadece katıl” demez. “Hak üzere şahitlik et” der. Hakikati tanı, bâtılı reddet. Karar alırken, üretirken, konuşurken, yalnızca Allah’ın rızasını gözet. Çünkü insan, nötr bir varlık değil; bir kuldur. Kulun görevi sadece yaşamak değil, anlamlı yaşamaktır.
Ve bu anlam, ancak Tevhîd ile mümkündür.
5. Tevhîdî Alternatif: Hakikatin Cemiyeti
Tevhîdî Agorizm, Allah’tan başkasına kulluğu reddeden bir direniş biçimidir. Devletsizdir ama kaotik değildir. Karşı-ekonomiktir ama bireyselliği ezmez. Cemaat temellidir ama tahakkümcü değildir. Herkesin bir nevi “emîr” olduğu, fakat yalnızca Allah’a hesap verdiği bir sistemdir.
O halde çözüm, demokratik konfederalizmin seküler kooperatifçiliğinde değil; adâletin, merhametin ve şûrânın Allah’ın hükümleri çerçevesinde kurulduğu Tevhîdî bir toplulukta yatmaktadır.
Tevhîdî Agorizm yalnızca eleştiren değil; aynı zamanda inşa eden bir fikrî duruştur. O, mevcut seküler sistemlerin zaaflarını teşhir ederken aynı zamanda bu zaafların yerine hak temelli bir toplumu teklif eder. Bu toplum, kaostan arınmış, devletten bağımsız, bireysel hevâya teslim olmamış ve şûrâ ile yoğrulmuş bir cemiyet-i hakikattir.
Bu cemiyetin temelinde, ne ırk ne sınıf ne de ideoloji vardır. Temel, Tevhîd’dir. Yani Allah’ı tek otorite kabul eden, hüküm koymada O’ndan başkasını meşru görmeyen bir duruştur. Bu toplumda herkes hem özgürdür hem sorumlu; hem bireydir hem ümmetin parçası. Çünkü burada özgürlük, başıboşluk değil; ilâhî bağa sadakattir.
Tevhîdî cemiyetin üç direği vardır:
1. Adâlet:
Tevhîdî Agorist toplumda adâlet, bireyler ya da çoğunluk tarafından tanımlanmaz. Kur’an’ın ve Sünnet’in ışığında sabitlenmiş bir hakikate dayanır. Kimsenin malı kolektifin adına gaspedilemez, kimse bir topluluk adına susturulamaz. Adâlet, hiçbir ideolojinin değil, yalnızca Allah’ın isimlerinin yeryüzündeki tecellisidir. “El-Adl” ismiyle adâletin ölçüsü belirlenmiştir ve bu ölçü ne değişir ne eğrilir.
2. Merhamet:
Kapitalist sistemde merhamet zaaf sayılır; kolektivist sistemlerde ise mekanik bir görev. Ama Tevhîdî Agorist toplumda merhamet, hem toplumsal adaletin teminatıdır hem de bireyler arası hukukun can damarıdır. Çünkü Allah “Er-Rahmân”dır ve bu rahmetin topluma yansıması, ancak bireyin diğerine karşı hak üzere şefkatli olmasıyla mümkündür. Bu toplumda aç kalmak ayıptır; ama kimseyi zorla doyurmak da şirk kokar. Merhamet, gönül ve imanla gelen bir yükümlülüktür.
3. Şûrâ:
Tevhîdî Agorizm’de şûrâ, çoğunluğun arzularını değil, hakikatin izini takip etmek için vardır. Her birey danışılır, çünkü her mü’min bir şahittir. Ama son karar, şûrâdaki reylerin toplamı değil; bu reylerin vahye uygunluğu ile ölçülür. Bu, meclislerin tiranlığını değil; hakikatin egemenliğini garanti eder. Şûrâ, irade beyanı değil; sorumluluk beyanıdır.
Bu cemiyet nasıl işler?
Tevhîdî Agorist toplumda üretim, mülkiyet, hukuk, eğitim ve savunma, merkezi değil; cemaat eksenlidir. Her birey kendi rızkını helâl yolla kazanmakla yükümlüdür ama bu kazanç toplumun refahıyla bağlantılıdır. Devlet gibi cebrî bir üst otorite yoktur; fakat topluluklar ilâhî ölçülerle birbirine bağlıdır. Kimse bir diğerini yönetmez; fakat herkes birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eder.
Cemaat yapısı, emir-komuta zinciriyle değil; istişare, ortak emanet ve ahlâkî bağlarla işler. Birey, yalnızca Allah’a hesap verir ama bu hesap, onun topluma karşı da sorumluluk taşımasına neden olur. Zira biz, sadece bireysel kurtuluş için değil; bir ümmetin şahitleri olmak için yaratıldık.
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.”
(Âl-i İmrân, 110)
Bu ayet, Tevhîdî cemiyetin ruhunu tarif eder. Bu cemiyetin amacı, sadece adil bir yaşam kurmak değil; hakikati yeryüzünde görünür kılmaktır. Ne çoğunlukla, ne anayasayla, ne ideolojik mutabakatla… Sadece ve sadece Allah’ın muradıyla.
Son Söz:
Demokratik konfederalizm bir adım gibi görünse de, son durak değildir. Otonomi, hakikatsizse nihilizme dönüşür. O yüzden bizim yolumuz, yalnızca devlete değil, şirk düzenine de karşıdır. Ne devletin zoru, ne halkın hevâsı… Sadece Allah’ın hükmüyle özgürleşen bir cemiyet istiyoruz. Bu yüzden Tevhîdî Agorizm, özgürlüğün fıtratla buluştuğu yerdir.
○
Yazdıklarımı, hayatımın anlamı Elif Canpolat’ıma armağan ediyorum. İzlediğim, dinlediğim her sanat senin için. Seni çok seviyorum.
○
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder