24 Haziran 2025 Salı

Adem-i merkeziyetçilik hakkında...

 

Bir Müslüman Neden Tevhîdî Agorist Olmalıdır? Anarko İslam'ın Külliyatı


Giriş

İslam, yalnızca bireysel ibadetlerden ibaret değildir. Aynı zamanda adaletin, özgürlüğün, yardımlaşmanın ve sömürüye karşı direnişin temelini oluşturur. Bugün modern kapitalist düzen, zulüm, faiz, tekelcilik ve merkezi otoriteyle hayatlarımızı kuşatmışken; bir Müslümanın bu düzene karşı duruşu da yalnızca itirazla sınırlı kalmamalı, pratik bir alternatif sunmalıdır. İşte bu noktada Tevhîdî Agorizm, Kur’an’ın ruhuna uygun bir yaşam ve mücadele biçimi olarak karşımıza çıkar.


1. Tevhîd: Sadece Allah'a Boyun Eğmek

Tevhîd, İslam’ın kalbidir. Tevhîd, sadece ibadetlerde değil; otorite, iktisat ve sosyal ilişkilerde de yalnızca Allah’ı meşru kaynak kabul etmektir.

"Hüküm yalnız Allah’ındır."
(Yusuf, 12/40)

Bu ayet, otoriteyi Allah’a has kılar. Modern devlette ise yasa koyucu otorite devlettir. Bu nedenle bir Müslümanın devlete mutlak bağlılığı, pratikte Allah’a şirk koşmak anlamına gelir. Tevhîdî Agorizm, devleti reddederek yalnızca Allah’ın hükmünü kabul eden bir yaşam formudur.

Bu ayet, yalnızca bireysel inanç düzeyinde değil, aynı zamanda toplumsal düzenin nasıl kurulması gerektiği konusunda da yönlendiricidir. Çünkü bir toplumda kanun koyma yetkisi kimdeyse, o toplumda ilahlık iddiası ona verilmiş demektir. Bu yüzden Kur’an, hem bireyin hem toplumun “yalnız Allah’a kulluk” ilkesine göre inşa edilmesini ister.

Modern ulus-devlet sistemi, yasaları meclisler, mahkemeler ve anayasa mahfilleri aracılığıyla belirler. Bu yapılar çoğunlukla sekülerdir ve hükmünü beşeri akla, milli iradeye ya da ideolojik mutabakatlara dayandırır. Oysa bir Müslüman için mutlak bağlanılması gereken tek kaynak vahiydir. Yasaların meşruluğu, kaynağını Allah’tan almadıkça İslâmî açıdan geçersizdir.

Bu noktada bir tercih zorunluluğu ortaya çıkar: ya Allah’ın hükmü ya da beşerî otoritenin hükümleri. Tevhîdî bir Müslüman için bu tercih açıktır. Çünkü Kur’an, yalnızca Allah’ın hükmüne başvurmayı bir iman göstergesi sayar:

"Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar."
(Nisâ, 4/65)

Bu ayet, hakemlik yani yargı hakkının sadece Allah’ın elçisine (ve dolayısıyla vahye) ait olduğunu beyan eder. O hâlde bir Müslümanın laik hukuk sistemine kayıtsız şartsız itaat etmesi, Tevhîd’e aykırı bir bağlılıktır.

Tevhîdî Agorizm, bu teslimiyetsizliği reddeder. Devletin meşruluğunu tanımayan, onu Allah’ın hükmünün karşısında tâğuti bir yapı olarak gören bir duruşu ifade eder. Sadece ibadet alanında değil; alışverişte, mahkemede, mülkiyette ve toplumsal sözleşmede de Allah’tan başkasını hakem tanımaz.

Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, bir siyasi görüşten ibaret değildir; bu, Tevhîd’in hayattaki mutlak uygulanışıdır. Bir Müslüman, Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğine söz verdiyse, bu sözü yalnızca secdede değil, çarşıda, pazarda, mahkemede ve komşuluk ilişkilerinde de yerine getirmekle mükelleftir.


2. Zulme Karşı Direniş: Tâğuta İsyan

Kur’an, mü’minleri zalim düzene karşı pasif olmamaya çağırır. Tâğut; Allah’ın dışında hüküm veren, zulmeden her otoritedir.

"Tâğutu inkâr edip Allah’a iman eden kimse, kopmayan sağlam bir kulpa tutunmuştur."
(Bakara, 2/256)

Tevhîdî Agorizm, tâğuti düzenin (faiz sistemi, vergi zorbalığı, devlet tekelciliği) dışında alternatif bir ekonomi ve toplum kurmayı hedefler. Bu, Kur’an’ın tâğutu reddetme çağrısının somut bir pratiğidir.

Tâğut, sadece putlara tapınma ile sınırlı bir kavram değildir. Kur’ân’da tâğut, Allah’ın hükmünü tanımayan, zulmeden ve insanları Allah’tan uzaklaştıran her türlü otorite, sistem ve liderlik biçimi için kullanılır. Modern anlamda bu; zorla vergi toplayan, halkı faiz ve borç ekonomisine mecbur bırakan, mallara el koyan, kimin neyi üretip satabileceğine karar veren ve bireyin özgürlüğünü gasp eden her tür merkezi otoriteyi kapsar. Bu sistem ister bir krallık, ister bir cumhuriyet, isterse sözde demokratik bir devlet biçiminde olsun, eğer Allah’ın hükümlerine göre yönetilmiyorsa tâğutîdir.

Kur’ân, mü’minin yalnızca Allah’a inanmasını yeterli görmez; aynı zamanda tâğutu açıkça reddetmesini emreder. Çünkü bir düzenin hem Allah’a hem tâğuta hizmet etmesi mümkün değildir. Allah’ın hükmü ile tâğutun hükmü arasında uzlaştırma yapılmaz. Tâğutun inkârı, pasif bir uzak duruş değil; aktif bir yüz çevirmeyi ve reddedişi ifade eder. Bu sebeple, “tâğutu inkâr” eden kişi, aslında sadece bâtıla değil, onun tüm pratik kurumlarına (zorlayıcı yasa, tekeller, devlet tekelleri, faiz kurumları, bürokrasi vs.) karşı bir hayat tarzı geliştirmek zorundadır.

Tevhîdî Agorizm, bu inkârı yalnızca sözde bırakmaz; onun yerine pratiğe dayalı alternatif bir yaşam biçimi önerir. Devletin ve tekellerin kontrolündeki piyasalara katılmak yerine, bireyler arasında doğrudan, rızaya dayalı, aracı ve vergi kurumlarını dışlayan mübadele ağları kurmayı hedefler. Bu ağlar sadece bir ticaret biçimi değil; aynı zamanda bir itaatsizlik biçimidir. Yani Tevhîdî Agorist, yalnızca "devlet yanlış yapıyor" demez; devlete rağmen ve devlete rağmen ayakta kalan bir toplumsal alternatif inşa eder.

Çünkü Kur’ân, zulme rıza göstermeyi, bizzat zulmün bir parçası olarak tanımlar:

“Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size de ateş dokunur.”
(Hud, 11/113)

Bu ayet açıkça gösterir ki, zulüm düzenine yalnızca destek vermek değil, tarafsız kalmak bile bir çeşit suç ortaklığıdır. Zulüm karşısında susan, onu reddetmeyen, onun dışında bir hayat kurmayan, eninde sonunda zulmün bir parçası olur.

Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, tâğutun sadece eleştirisini değil; onunla kopuşun örgütlü halini temsil eder. Bu da yalnızca ekonomik değil, ahlâkî ve imanî bir görevdir. Her mü’min, Allah’a hakkıyla iman etmek istiyorsa, zulüm düzenine karşı alternatif bir cemaatin, bir topluluğun, bir yaşam biçiminin içinde yer almalıdır.

İşte Tevhîdî Agorizm, bu cemaatleşmenin adıdır: tâğuta boyun eğmeyen, rızıkta Allah’a güvenen, kendi arasında adaleti tesis eden, devletten bağımsız ama kaostan da uzak bir ümmet özlemi…


3. Karşı-Ekonomi: Rızkın Helâl Yollardan Aranması

Kur’an, insanların mallarını haksız yollarla yememelerini ve aldatıcı ticaretten kaçınmalarını emreder.

"Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayalı ticaret dışında, mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin."
(Nisa, 4/29)

Kapitalist sistemde çoğu kazanç, faiz, spekülasyon ve sömürüye dayanır. Tevhîdî Agorizm, devletin ve kapitalist tekellerin dışında kalan, doğrudan rızaya dayalı, adil bir mübadele sistemini savunur. Bu, İslam’daki helal kazancı hedefler.

Kapitalist sistemin dayandığı temel prensip, “maksimum kâr”dır. Bu prensip, zamanla ahlâkı, vicdanı ve hakkaniyeti piyasadan dışlamış; yerine faizle zenginleşenleri, başkasının emeği üzerinden yükselenleri koymuştur. Bu sistemde üretici emeğinin karşılığını alamaz; aracı, komisyoncu, banker, tekelci ve vergi toplayan devlet aygıtı arasında ezilir. Oysa Kur’an, kazancı sadece rızaya ve adalete dayandırır; rızıkta meşruiyeti bu ilkeye bağlar.

"Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı."
(Bakara, 2/275)

Bu açık hüküm, rızkın helâl yollardan temin edilmesi gerektiğini belirtir. Faiz ve spekülasyonun temelini oluşturduğu modern finans sistemi, bu yönüyle hem ekonomik hem de imanî bir tehdit hâline gelmiştir. İnsanlar borçlandırılır, sonra bu borç “hukuken” meşrulaştırılır. Oysa Kur’an, borç üzerinden kazancı değil, üretime ve emeğe dayalı ticareti teşvik eder.

Tevhîdî Agorizm’in önerdiği karşı-ekonomi; yani sistem dışı, devlet kontrolü ve sömürüsünden azade alışveriş biçimi, işte bu ayetlerin pratikteki karşılığıdır. Burada ticaret, iki tarafın karşılıklı rızasına dayanır. Arada devletin vergi zorbalığı, bankaların faiz zinciri, tekellerin fiyat manipülasyonu, zorunlu lisanslar ya da bürokratik engeller yoktur. Sadece insanın insanla, mü’minin mü’minle yüz yüze, gönül gönüle yaptığı bir mübadele vardır.

Karşı-ekonominin özü, mü’minlerin rızıklarını Allah’tan bilerek, aralarındaki dayanışmayı ve adaleti önceleyerek kazanç elde etmeleridir. Bu, modern kapitalist zihniyeti alt eden, onunla çelişen bir ekonomi anlayışıdır. Devletin "kayıtlı ekonomi" dediği şey, aslında zulmün kayıt altına alınmasıdır. Oysa Kur’an, sadaka gibi doğrudan yardımlaşmayı ve zekât gibi topluluk içi yeniden dağıtımı önerirken hiçbir şekilde bir "devlet aracılığı" şart koşmaz.

"İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır."
(Necm, 53/39)

Bu ayet de gösterir ki, helal kazanç bireyin emeğine bağlıdır. Aracının, bankanın, devletin veya tekelin dayattığı hiçbir “hak” Kur’an’a göre meşru değildir. Tevhîdî Agorizm, bu nedenle, mü’minleri yeniden emeğe, üretime ve doğrudan toplumsal paylaşıma çağırır. Aracıyı ortadan kaldırmak, rızkı doğrudan helal kanallardan kazanmak ve bu kazancı ümmet bilinciyle bölüşmek—işte karşı-ekonominin ve helâl kazancın özü budur.

Sonuç olarak; bir Müslümanın kendisini modern kapitalist ağlardan soyutlaması, yalnızca bir tercih değil, bir iman meselesidir. Çünkü rızkı helal yoldan aramak, Allah’a güvenmenin ve kulluk bilincinin bir parçasıdır. Tevhîdî Agorizm bu güveni ve kulluğu toplumsallaştıran, helâl kazancı kolektif bir direnişe dönüştüren bir yoldur.


4. Yetimlerin, Mazlumların ve Fakirlerin Yanında Olmak

Kur’an, toplumsal adaleti gözetmeyi ve yoksulun hakkını gözetmeyi emreder.

"Yetimi itip kakar, yoksulu doyurmaya teşvik etmez."
(Maûn, 107/2-3)

Devlet destekli neoliberal sistemde yoksulluk sürekli üretilir. Tevhîdî Agorizm, toplumun en alt tabakalarını koruyan, onları ekonominin öznesi kılan dayanışmacı bir düzendir. Mahalle tabanlı kooperatifler, sadaka ekonomisi değil; onurlu, üretken bir yaşam sunar.

Modern kapitalist sistemde yoksulluk, bireysel tembelliğin değil; yapısal adaletsizliğin ürünüdür. Zenginlik belli ellerde birikirken, yoksulluk yaygınlaştırılır. Devlet, görünürde sosyal yardımlarla fakire el uzatıyor gibi görünse de, bu yardımlar çoğunlukla sistemin kendini aklama biçimidir. Sadakaya muhtaç hâle getirilen halk, bu yardımlarla itaat etmeye mecbur bırakılır. Neoliberal politikalarla önce istihdam olanakları yok edilir, ardından “sosyal devlet” adı altında sadaka temelli politikalarla halk bağımlılaştırılır.

Kur’an ise, yoksulun sadece “doyurulmasını” değil, onun yanında durulmasını, hakkının savunulmasını ve üretken bir özne hâline getirilmesini emreder. Maûn Suresi, dini yalanlayanların en temel özelliğini “yetimi itip kakmak” ve “yoksulu doyurmaya teşvik etmemek” olarak tanımlar. Bu, İslam’ın adalet anlayışında zayıfın korunmasının ne kadar merkezi bir yer tuttuğunun göstergesidir.

Tevhîdî Agorizm, yoksulluğu pasif bir yardımla çözmeye çalışmaz. Tam tersine, yoksulun üretken bir birey, onurlu bir katılımcı olarak yer aldığı ekonomik örgütlenmeler inşa etmeyi amaçlar. Mahalle temelli kooperatifler, ortak üretim ve takas sistemleri, yoksulu sadece “yardım edilmesi gereken bir nesne” olmaktan çıkarır; onu toplumun öznesi hâline getirir. Bu, sadaka kültüründen farklıdır; bu, infak kültürüdür. Sadaka yukarıdan aşağıya verilir; infak ise eşitler arası paylaşmadır. İnfak, müminin malını kardeşiyle ortaklaştırmasıdır. Ve bu, Kur’an’da sıkça emredilen bir dayanışma biçimidir:

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla iyiliğe erişemezsiniz.”
(Âl-i İmrân, 3/92)

Tevhîdî Agorist cemaatler, bu anlayışla; mallarını, üretim araçlarını ve imkânlarını yoksulla paylaşarak sadece fakirin karnını doyurmaz, onun ekonomik bağımsızlığını da inşa eder. Devletin “yardım programları” değil, müminlerin omuz omuza verdiği adil paylaşım ağlarıdır burada söz konusu olan.

Ayrıca, Tevhîdî Agorizm yoksulun onurunu gözetir. Çünkü İslam’da fakirlik bir ayıp değil; fakiri hor görmek ayıptır. Ve Tevhîdî Agorist sistemde hiç kimse bir diğerinden “aşağıda” değildir. Herkes Allah’a karşı eşittir; bu eşitlik, piyasada da, üretimde de geçerlidir. Zengin-fakir ayrımı; gücün değil, dayanışmanın konusu hâline gelir.

Bu sebeple, bir Müslüman yoksulun yanında durmak istiyorsa, bu yalnızca duayla ya da sadakayla değil; onunla birlikte alternatif bir ekonomi kurarak mümkün olur. Tevhîdî Agorizm, bu alternatifin adıdır. Hem ahlâkî, hem iktisadî, hem de toplumsal bir duruştur. Ve bu duruş, ancak Allah için verildiğinde gerçek anlamını bulur:

“Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.”
(Bakara, 2/195)

Yoksullar için infak etmemek, yalnızca onları değil; bütün toplumu tehlikeye atmaktır. Zira adaletin olmadığı yerde huzur da olmayacaktır. Bu yüzden Tevhîdî Agorist bir Müslüman, infakla sadece malını değil, düzenin zulmünü de ortadan kaldırmayı amaçlar.



5. Faizsiz ve Sömürüsüz Bir Ekonomi: Riba’ya Karşı Durmak

"Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı."
(Bakara, 2/275)

Faiz, kapitalist ekonominin temelidir. Devlet bankaları ve özel sermaye faiz yoluyla serveti yukarıya taşır. Tevhîdî Agorizm, faizsiz iktisadî ilişkiler kurar; bireylerin birbirine doğrudan güvenle borç verdiği, ortak üretim yaptığı, riba'dan tamamen arınmış bir toplumsal yapı kurar.

Kur’ân’da faiz (riba), yalnızca bireysel ahlâki bir hata olarak değil; toplumsal düzeni bozan, zulüm doğuran sistematik bir günah olarak tanımlanır. Çünkü riba, emeğin değil, paranın üzerinden kazanç sağlamayı hedefler. Bu da servetin belirli ellerde toplanmasına, zengin ile fakir arasındaki uçurumun büyümesine ve toplumsal adaletin çürümesine neden olur. Allah bu yüzden faizle mücadeleyi çok açık ve net biçimde emreder:

“Eğer (faizi) terk etmezseniz, Allah ve Resulü tarafından size açılmış bir savaş olduğunu bilin.”
(Bakara, 2/279)

Bu ayet, İslâm’da faizli sisteme karşı durmanın sadece ahlâkî bir öneri değil; imani bir zorunluluk ve adeta bir savaş ilanı kadar ciddi bir tavır olduğunu ortaya koyar. Faiz, insanı kula kul yapar; borçlandırır, bağımlılaştırır ve özgürlüğünü elinden alır. Riba’ya dayalı sistem, yalnızca bireyleri değil; köylüleri toprağından, esnafı dükkânından, üreticiyi atölyesinden eder. Çünkü borç, zamanla tüm mülkiyeti el değiştirten bir sömürü aracına dönüşür.

Tevhîdî Agorizm, bu sömürü çarkını reddeder. İslâm’ın faizsiz iktisat ilkelerini yalnızca teoride değil, günlük hayatta ve yerel ekonomide uygulamayı hedefler. Burada kazanç, sermayeden değil; üretimden, ortaklıktan, yardımlaşmadan ve doğrudan mübadeleden elde edilir. Yani para para kazanmaz; insan emeğiyle, alın teriyle kazanır.

Tevhîdî Agorist toplumlarda insanlar, birbirine faizsiz borç verir. İhtiyaç hâlinde mallar, para değil; emek ve takas yoluyla paylaşılır. Hatta bu toplumlar içinde “kâr paylaşımı ortaklıkları” gibi modeller gelişebilir: biri üretimi yapar, diğeri hammaddesini temin eder, biri dağıtımı üstlenir ve sonunda kâr hakkaniyetle bölüşülür. Bu, hem İslam’daki mudarebe ve müşareke gibi ortaklık modellerine, hem de sömürüsüz ekonomiye uygun düşer.

Kapitalist düzende ise finansal sistemin tüm damarları riba ile örülüdür. Devlet bankaları, merkez bankası politikaları, borsa manipülasyonları, kredi kartları ve tüketici kredileri; hepsi insanları borçlandırmak üzerine inşa edilmiştir. Bu, sadece ekonomik bir sömürü değil; aynı zamanda ruhsal bir esarettir. Çünkü borçlanan insan, özgür karar veremez. Tevhîdî Agorist birey ise, Allah’tan başkasına borçlanmaz.

Kur’an, faizi hem yiyeni hem de vereni lanetler:

“Faiz yiyenler, ancak şeytan çarpmış gibi kalkarlar... Allah faizi yok eder, sadakaları ise kat kat artırır.”
(Bakara, 2/275–276)

Bu ilahi uyarı, bize açıkça gösteriyor ki, faizle yükselen hiçbir sistem kalıcı olamaz. Ama sadaka, infak, yardımlaşma ve ortaklık ile kurulan ekonomik düzen hem bereketli hem kalıcıdır. Tevhîdî Agorizm, işte bu ikinci yolu seçer: üretimi çoğaltarak, paylaşımı yayarak ve borçlanmaya değil kardeşliğe dayalı bir ekonomi kurarak…

Sonuçta riba, sadece cebimizi değil; ruhumuzu da zehirler. Onun alternatifi, Tevhîdî bir dayanışma ekonomisidir. Bu sistemde kazanç, sömürüyle değil, bereketle gelir. Ve bu bereketin kaynağı, yalnızca Allah’tır.


6. Zorbalığa Karşı Adaletli ve Yatay Toplum

"Şüphesiz ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder."
(Nisa, 4/58)

Devletçi sistemlerde güç, zorbaların elindedir. Bürokrasi, rüşvet ve sınıf ayrıcalığı adaleti imkânsızlaştırır. Tevhîdî Agorizm ise adaleti yatay örgütlenmelerle temin eder. Gücün tabana yayılması, Kur’ân’ın emrettiği “emaneti ehline verme” anlayışıyla örtüşür.

Modern ulus-devlet düzenlerinde “adalet” çoğu zaman sadece bir temenni olarak kalır. Yasalar, güçlülerin lehine yazılır; mahkemeler, ayrıcalıklıları korur. Bürokratik yapı halktan kopuktur, denetlenemezdir ve çoğu zaman halkın değil, sistemin devamlılığı için çalışır. Halk, sadece seçim günü hatırlanır; sonra iradesi, vekillerin ve teknokratların soyut mekanizmalarına teslim edilir. Bu sistem, adaleti değil, itaati üretir.

Oysa Kur’ân’da adalet; yukarıdan aşağıya değil, halkın kendi içinden doğan bir emanet sistemine dayalıdır. “Emaneti ehline vermek”, sadece yöneticilik görevini dürüst bir kişiye vermek değil; toplumun her alanında liyakatin, hakkaniyetin ve şeffaflığın esas alınması demektir. Bu, hem yatay bir yönetim modeli hem de doğrudan halk katılımına dayalı bir organizasyonu zorunlu kılar.

“Şüphesiz ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.”
(Nisa, 4/58)

Bu ayet, iki temel ilkeye dayanır:

  1. Emanetler ehline verilmeli, yani yetki, servet, bilgi, yöneticilik gibi toplumsal sorumluluklar sadece ehil olanlara, liyakat sahiplerine verilmelidir.

  2. Adaletle hükmedilmeli, yani kararlar ve uygulamalar adil, tarafsız ve herkes için erişilebilir olmalıdır.

Tevhîdî Agorizm, bu iki ilkeyi pratiğe döker. Devlet gibi merkezi yapılarla değil; yatay, mahalle temelli, şûraya dayalı örgütlenmelerle işler. Herkesin söz hakkı vardır. Her topluluk, kendi içinden çıkan ehil kişileri seçer; bu kişiler yönetici değil, “emanetçi”dir. Bu, sahabe döneminde uygulanan “istişare esaslı liderlik” modeline dayanır.

Bu yapı içerisinde güç, sadece aşağıdan yukarıya doğru geçicidir. Kimse “yetki sahibi” değildir; sadece belirli bir ihtiyaca cevap vermek üzere geçici sorumluluk alır. Rüşvet, imtiyaz, makam sevdası gibi devletçi sistemin yozlaştırıcı unsurları bu düzende yer bulamaz. Çünkü gücün meşruiyeti halkın rızasından, adaletin ise Allah’ın hükümlerinden gelir.

Tevhîdî Agorist topluluklarda adalet bir mahkeme salonunda değil, hayatın içinde işler. Sorunlar cemaatin içinde, şahitlerin önünde, şûra mantığıyla çözülür. Kimse yargıç değildir; herkes Allah’ın adaleti karşısında eşittir. Böyle bir yapıda kimse dokunulmaz değildir; kimse ayrıcalıklı da değildir.

Unutulmamalıdır ki, zulüm yalnızca zorbalıkla yapılmaz; adaletsizlik karşısında sessiz kalmak da bir zulümdür. Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, pasif bir çekilme değil; adil bir toplumsal düzen kurma çabasıdır. Kur’ân’ın ahlâkını kolektif biçimde hayata geçirme teşebbüsüdür.

Çünkü biz biliyoruz ki:

“Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalığı ve zorbalığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”
(Nahl, 16/90)

Bu ilahi çağrı, devletlerin anayasa girişlerinden çok daha öte bir toplumsal sözleşmedir. Ve bu sözleşmenin hakkını vermek için, adaletin halkın eline döndüğü, şûraya dayalı, emanete sadık bir toplum gereklidir. İşte Tevhîdî Agorizm, bu gerekliliğe verilen Kur’ânî bir cevaptır.


Sonuç: Tevhîdî Agorizm, Kur’anî Bir Tavırdır

Bugün bir Müslüman yalnızca bireysel ibadetle yetinemez. Sömürüyü, zulmü, tâğutu reddetmeyen bir yaşam, Tevhîd’in pratiğini eksik bırakır. Tevhîdî Agorizm, Müslümanların Kur’ân’a uygun bir alternatif oluşturma sorumluluğunun çağdaş bir ifadesidir.

Müslüman olmak, Allah’tan başkasına boyun eğmemektir. İşte bu yüzden, bizler Tevhîdî Agoristiz.


Yazdıklarımı, Hayatımın Anlamı Elif Canpolat'ıma Armağan ediyorum.
Seni beklerken, zaman pek geçmiyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Tevhidi Agorizm için tasarı (manifestom için bir prototip)

  ↪Tevhîdî Agorist İslami İdeoloji Tasarımı 1. Temel Felsefe ve İdeolojik Kökenler Tevhîd (Allah’ın Birliği): İdeolojinin temelini sadece A...