Ara

16 Haziran 2025 Pazartesi

Daniel De Leon ve Fikirleri II. Bölüm

 

Tevhîdî Agorizm’in Bakışıyla De Leonizm Eleştirisi


II. Bölüm

I. Bölüm İçin Buraya Tıklayın


6. İktidarın Sınıfsal Dönüşümü: Kutsaldan Arındırılmış Bir Yapı Olarak Sendikalizm

De Leonist anlayışta, iktidarın sınıfsal karakteri, burjuvaziden proleteryaya doğru devredilmek istenir. Lakin bu devrin kendisi, kutsaldan tümüyle arındırılmış bir iktidar tasavvuruna dayanır. Sendikaların üretim araçlarını ele geçirmesiyle tesis edilen yapı, yalnızca sınıfsal bir tahakküm değişikliğidir; ilkesel bir adalet tesisinden ziyade, iktidarın el değiştirmesidir. Bu, Firavun’un yerine Karun’un geçmesinden farksızdır eğer bu dönüşüm ilahi meşruiyetle beslenmemişse.

Tevhîdî Agorizm, iktidarı yalnızca dünyevi bir araç olarak görmez; iktidarın amacı, Allah’ın rızasına vesile olmaktır. Bu sebeple, bir sınıfın diğerine galip gelmesi değil; hakikatin, merhametin ve adaletin galebe çalması esastır. De Leonizm ise bu hassasiyeti taşımaz. Sendikalar, üretim birimlerinin yeni otoritesi haline gelirken, bireyin iradesi, takvası ve ahlaki istikameti sistemin dışında kalır.

Sendikalizmin doğasında, maddi refahın belirleyici olduğu seküler bir düzlem yatar. Oysa İslamî şuur, adaleti maddi paylaşımdan ibaret saymaz. Kardeşliği, sadece işbirliği değil; imanla örülmüş bir ruh bağı olarak görür. De Leoncu sistemde işçiler, fabrikaların yönetimini alabilir; fakat kalplerin yönetimini kaybederler. Kalplerin fethedilmediği bir devrim, nihayetinde başka bir tahakkümle sonuçlanır.

Bireyler, sendikaların tahakkümüne rıza gösterdikçe, yeni bir bürokratik sınıfın doğması kaçınılmazdır. Bu, tarihte defalarca tecrübe edilmiş bir gerçektir. Sovyetlerde parti komiserlerinin halktan kopuşu neyse, De Leonist sistemde sendikal teknokratların yükselişi de odur. Üretim araçlarını ele geçirmek, ahlaki inkılap gerçekleştirmedikçe bir zulmün yerine başka bir zulüm koymaktır.

Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, yalnızca tahakkümün kimde olduğu sorusuyla ilgilenmez. Biz, tahakkümün kendisine düşmanız. Çünkü biz, mülkün sahibi olmadığımızı; sadece onun emanetçileri olduğumuzu biliriz. O emaneti adaletle, hikmetle ve ihlasla taşımak için ne kolektif kurullara ne de teknokratlara boyun eğeriz. Biz yalnızca Hakk’a secde ederiz.

Bu yüzden Tevhîdî Agorizm’in devrim tasavvuru, sadece iktidarın el değiştirmesini değil, iktidarın mahiyetini dönüştürmeyi hedefler. Çünkü gerçek inkılap, yönetim biçimlerinde değil; insanın iç dünyasında gerçekleşir. İnsan, önce nefsinin despotluğundan kurtulmalı, sonra toplumun tahakkümüne karşı durmalıdır. Aksi halde, hangi sınıfın yönettiği değil, hangi putun hâkim olduğu tartışması yapılır ki bu da bizi tevhîd çizgisinden uzaklaştırır.

De Leonist sistem, yönetimi “kolektif akla” teslim ettiğini söyler. Ancak bu akıl, aşkın bir değerle sınırlandırılmadıkça mutlaklaşır. Bu da kolektifin diktasına yol açar. Tevhîdî Agorizm ise şûrâ prensibini benimser; ama bu meşveret, yalnızca Allah’ın hududunu çiğnemeyen görüşleri dikkate alır. Çünkü istişarenin meşruiyeti, hakikate tabi olmasına bağlıdır. Sayıca fazla olanın değil, Hakk’a en yakın olanın sözü muteberdir.

Bunun içindir ki biz, bir sınıfın diğerine üstün gelmesini hedeflemeyiz. Biz, tüm sınıfların Allah önünde eşitlendiği bir zemin ararız. Ve biliriz ki; adalet, ancak ahlakla taşınabilir. Ahlakı olmayan bir iktidar, ister bireyin, ister kolektifin elinde olsun; zulmün kaynağı olmaya mahkûmdur.

İşte tam da bu noktada Tevhîdî Agorizm, çağın bütün devrimci söylemlerinden ayrılır. Çünkü bizim devrimimiz, üretim araçlarını değil; kalpleri fethetmeyi amaçlar. Bizim seferimiz, sadece zalimlere karşı değil; nefsin hırsına, kibrine, dünyaperestliğine karşıdır. O yüzden biz, De Leonizmin proleter devletine değil, nefsin iktidarına son verecek bir kulluk devrimini savunuruz.

Bu devrim, ne bir manifestoyla başlar, ne de bir seçimle sonuçlanır. Bu devrim, sabah namazıyla başlar; helal kazançla büyür; ve infakla kemale erer. Ve biz inanırız ki; kalbin fethini başaramayan hiçbir devrim, hakikatte başarılı değildir.

Bunun içindir ki Tevhîdî Agorizm, sadece “iktidarın kimde olduğu” sorusunu soran bir sistem değildir; “iktidarın neden olduğu”, “nasıl meşrulaştığı” ve “neye hizmet ettiği” sorularını da ısrarla gündeme getirir. De Leonist modelde sendikal düzen, üretimi merkeze alır ve insana “üreten varlık” kimliğiyle yaklaşır. Fakat insanın hakiki kimliği, üretmekten öteye geçer; o, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Üretim değil, sorumluluk taşır. Makinelerin dişlisi değil, hikmetin öznesidir.

Sendikal federasyonlar altında inşa edilen sosyalist devlet, üretimi organize edebilir; ancak adaleti doğurmaz. Zira adalet, matematikle değil, merhametle kurulur. Planlama, ahlaka dayanmadıkça kibirli bir tahakküm aracı olur. Nitekim tarihte bunu Sovyet teknokratlarında, Çin’in komünal mühendisliğinde ya da sendikal bürokrasilerin yükselişinde gördük. Hiçbiri insana "emanetçi" olduğu hakikatini hatırlatmadı.

Tevhîdî Agorizm, işte bu yüzden sadece ekonomiyle değil, kalp eğitimiyle başlar. Agoranın özgürlüğü, içsel bir tevhid bilinciyle mümkündür. Agorayı helalleştiren şey, mübadele değil; niyettir. Paylaşımı meşrulaştıran şey, sözleşme değil; rızadır. Ve bu rıza, ne devlet eliyle sağlanabilir, ne de kolektiflerin mutlaklığıyla. Bu rıza, sadece Allah’ın hükmünü merkeze koymuş bireylerin özgür iradesiyle doğar.

Ve biz inanırız ki: Zulüm yalnızca zorbalıkla değil, niyetin kirlenmesiyle de başlar. Zulüm sadece işçiyi sömürmek değildir; onun ruhunu “üretim makinesi”ne indirgemek de bir zulümdür. Bu yüzden, üretimin kutsandığı her düzen bizim için eleştiridir; çünkü biz, ancak kulluğun kutsal olduğuna inanırız.

7. Paranın Şahitliği: İslami Pazarın Yüceliği ve Agoristik Ahlak

Tevhîdî Agorizm’in temel taşlarından biri, paranın yalnızca bir alışveriş aracı değil; aynı zamanda bir şahitlik olduğudur. Para, her alışverişin ardında kalan bir izdir. Kimin neyi, kimden, hangi niyetle aldığına dair sessiz bir tanıktır. İşte bu yüzden, bizim için para biriktirilecek bir servet değil; hesap gününde karşılık bulacak bir emanettir.

De Leonizm gibi sistemler, parayı üretimin karşılığına, emek değerine ya da toplumsal planlamanın nesnesine indirger. Paranın ahlaki bir işlevi yoktur bu düşünce içinde; sadece bir araçtır, hatta ideal olan durumda tamamen ortadan kaldırılması savunulur. Oysa biz biliriz ki, para ortadan kalktığında değil; anlamını bulduğunda özgürlük doğar.

İslami pazar, mübadele sistemini yalnızca arz ve talep düzleminde değil; vicdan, helallik ve adalet düzleminde kurar. Tevhîdî Agorist pazarda hiçbir işlem, tarafların rızası ve bilgi açıklığı olmadan geçerli değildir. Faiz, rant, karaborsa, tekelcilik gibi mekanizmalar; sadece ekonomik suçlar değil, teolojik ihlaller olarak görülür. Çünkü bu yapılar, Allah’ın mülkünü gasp etmekle kalmaz; insanın emanetçiliğini bozar.

Kapitalist sistemde para, servet birikimi için çalışır; sosyalist sistemlerde ise planlama aracına indirgenir. Oysa bizim için para, bir ahlaki trafik düzenleyicisidir. Hakkın yerini bulduğu, alın terinin şereflendiği, zenginin zekâtla temizlendiği bir terazidir.

Tevhîdî Agorizm’de para; altın, gümüş veya değişken bir takas aracı olabilir; önemli olan, şeffaflık ve rızadır. Bu sistemde değer, piyasa zorbalığıyla değil; toplulukların vicdanıyla belirlenir. Herkesin “fiyatı” belirlemesi değil; herkesin “hakkı” bilmesi esastır. Pazar, tüketicinin değil; adaletin hakemidir.

Ve biz inanırız ki: İslam’ın Medine pazarı, modern pazarların en büyük alternatifidir. Çünkü orada denetim devletin değil, halkın şahitliğiyle olurdu. Orada zenginler, yalnızca daha çok kazananlar değil; daha çok infak edenlerdi. Orada kar, sadece ekonomik değil; ahlaki bir zaferdi.

Tevhîdî Agorizm, bu mirası bugünün dünyasına taşımayı hedefler. Sadece piyasaya karşı değil; piyasayı tanrılaştıran her yapıya karşı çıkar. Piyasa, bir sınav alanıdır; özgürlüğün de, kibrin de çıktığı yerdir. Biz, bu sınavda kulluğu unutmayacak pazarlar kurmakla mükellefiz.

Bu yüzden biz, her paranın arkasında bir dua, her alışverişin ardında bir ahlak görürüz. Alışveriş, sadece arz-talep dengesinin değil; kalplerin ve niyetlerin buluştuğu bir ibadettir. Her kuruş, bir niyetin yansımasıdır. O niyet ya hakka çıkar, ya da zulme. Ve biz bu niyetin ahirette karşımıza çıkarılacağına iman ederiz.

Tevhîdî Agorist pazarda, fiyatlar kârın değil kanaatin diliyle belirlenir. Malın çokluğu değil, bereketi önemlidir. Ticaretteki başarı, başkasının önüne geçmek değil; başkasına fayda vermekle ölçülür. Biz, "helal kazanç" kavramını sadece dini bir terim olarak değil; adil üretim, temiz tüketim ve şeffaf dağıtımın bütünsel ahlakı olarak görürüz.

Ve asıl fark burada başlar: Kapitalizmde fiyat rekabeti, insanları birbirine düşürür; sosyalizmde ise merkezi planlama, bireyin rızasını hiçe sayar. Ama Tevhîdî Agorizm, fiyatı ne kartellere ne bürokrasiye bırakır. Fiyatı, hakkaniyetin dili ve cemaatin vicdanı belirler. Herkesin paylaştığı bir sofrada, kimse lokmanın ölçüsünü tek başına tayin edemez.

Bizim pazarımızda rekabet, düşmanlık değil; ihsan yarışıdır. Tüccar, rakibinden fazla kazanmak için değil; daha azla kanaat ederek Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır. Çünkü biz biliriz ki: Helalin bereketi, haramın çokluğundan üstündür.

Ve bu yüzden bizim gözümüzde pazar, ekonomik değil, ahlaki bir kurumdur. Pazarın kalbi terazidir; dili, sadakattir; yasası ise Allah’ın koyduğu ölçüdür. İşte Tevhîdî Agorizm, bu pazarı yeniden inşa etmek için vardır. Bir yandan agorayı özgürleştirirken, öte yandan Allah’ın hükmünü orada yaşatmayı amaçlar.

Çünkü bizim hedefimiz yalnızca sermaye tahakkümünü yıkmak değildir. Aynı zamanda, rızaya dayalı ve kulluğu esas alan bir mübadele düzenini kurmaktır. Bizim ticaretimizde kazanç değil, rıza önceliklidir. Çünkü para da, mal da, mülk de geçer; ama ahlak kalır. Ve işte o ahlak, bizim pazarımızın ruhudur.

Ve biz şunu açıkça ilan ederiz: Pazar, yalnızca ihtiyaçların değil; inancın da tezahür ettiği bir yerdir. Orası secde edilen bir mabed değilse de; doğruluğun, sadakatin ve hakkaniyetin ayakta tutulduğu bir mihraptır. Mallar sadece terazide değil, vicdanda da tartılır. Tartıyı eksik tutanların değil, kalbini adaletle dolduranların kazandığı bir meydandır bu.

Tevhîdî Agorist bakışta, malın fiyatı onun ne kadar talep gördüğüyle değil; onu üretenin niyeti, harcadığı emek ve topluma olan katkısıyla ölçülür. Yani bizde fiyat, ahlaki bir değer ölçüsüdür. Bu yüzden bizim pazarlarımızda ‘indirim’ değil; ‘infak’ kültürü hâkim olur. Biz kar marjı yerine ‘sadaka marjı’ inşa ederiz. Ve bizce bir pazar, yalnızca insanların karnını değil; ruhunu da doyurmalıdır.

İslami pazarda tüccar, bir satıcı değil; bir şahit, bir hakem, bir kuldur. O, alıcıyı değil; Allah’ı razı etmek için satış yapar. O yüzden bizim pazarlarımızda güvenlik kameralarına değil, Allah korkusuna ihtiyaç vardır. Çünkü biz biliriz ki; kamera görmediğini, Melekler yazar. Alışverişin şahitleri yalnızca insanlar değil; Kiramen Kâtibîn’dir.

Kapitalist sistemin pazarı, insanı tüketiciye; tüketiciyi ise yalnızca doyumsuz bir talep makinesine dönüştürür. Sosyalist sistemin pazarı ise arzı planlayarak insan iradesini boğar. Her ikisi de kalbi susturur, niyeti unutturur. Oysa bizim pazarımızda insan, kuldur. Hürdür, ama sorumludur. Satarken de alırken de Rabbine karşıdır. Ve işte bu yüzden bizim pazarlarımızda özgürlük, başıboşluk değil; ahlaki öz disiplinle mümkündür.

Biz, “serbest piyasa”yı savunurken bile; onun kulca bir sorumlulukla işlenmesini isteriz. Çünkü serbestlik başıboşluk değildir. Serbestlik; şeytanın değil, vicdanın hürriyetidir. Ve bizim agoralarımızda bu vicdan, kalabalığın değil; hakkın sesiyle konuşur.

Bütün bu düzenin nihai hedefi, zengini daha zengin etmek değil; toplumu daha adil, ticareti daha helal, hayatı daha fıtratla uyumlu hale getirmektir. Çünkü biz biliriz: Ekonomi, Rabbimizin kullar üzerindeki imtihan alanlarından biridir. Bu imtihanda kimisi mal ile, kimisi yoklukla, kimisi elindekiyle sınanır. Ama herkesin şahit olduğu şey aynı kalır: Paranın ardındaki niyet.

Ve son olarak şunu haykırırız:
"Paranın tanrı olduğu bir dünyaya karşı, biz onu sadece bir şahit kılmaya geldik."
Çünkü biz, Allah’tan başkasına kulluk etmeyiz. Alışverişte bile.

8. Ontolojik Sapma ve Epistemolojik Körlük: De Leonizm'in Felsefi Zaafı

Her sistem, dayandığı bir ontolojiyle konuşur; her ideoloji, kendi epistemolojisini üretir. De Leonizm ise, köklerini pozitivist bir varlık ve bilgi anlayışından alır. Varlığı, gözlemlenebilir, ölçülebilir ve üretimle anlam kazanan bir madde olarak tanımlar. Bilgiyi ise, sınıfsal pozisyonla sınırlı bir bilinç ürünü olarak görür. Bu yaklaşım, insanı yalnızca sosyo-ekonomik ilişkilerin bir türevi olarak anlamlandırır. Oysa Tevhîdî Agorizm, insanı yalnızca bir üretici değil, hakikatin öznesi olarak kabul eder.

De Leonist düşünce, Marksist gelenekten miras aldığı üzere, tarihsel materyalizmi temel ontolojik çerçeve olarak benimser. Bu çerçevede, hakikat; üretim ilişkileriyle belirlenir. İnsan, bu ilişkilerin içindeki bir "tarihsel fail"dir, ama aynı zamanda onlara tâbidir. Hürriyet, ancak üretim araçlarının kolektifleştirilmesiyle mümkündür. Oysa bu kolektifleştirme, ontolojik olarak "insanı bir bütün olarak" kavrayamaz; onu sadece tarihsel bir sınıf varlığına indirger.

Tevhîdî Agorizm ise, ontolojisini Tevhid ilkesine dayandırır. Bu, varlığın birliğini, merkeze Allah’ın hükümranlığını ve insanın sorumluluğunu koyar. İnsan, ne sadece bir sınıfın temsilcisidir ne de yalnızca üretim ilişkilerinin bir çıktısıdır. İnsan, Allah’ın halifesi olarak özneleşir. Özneleşme; sadece kolektif mülkiyetle değil, kulluk bilinciyle mümkündür. Çünkü özgürlük, materyal zincirlerden kurtulmakla değil; hakikatin bilgisiyle bağ kurmakla başlar.

Bu noktada De Leonizm’in en temel epistemolojik zaafı ortaya çıkar: Vahyi dışlayan bir bilgi anlayışı. O, bilgiye yalnızca tarihsel ve sosyo-ekonomik çelişkilerden ulaşılabileceğini savunur. Bu, "marifet"i sadece materyal gerçeklik üzerinden yorumlamaktır. Oysa biz biliriz ki; bilgi, yalnızca duyularla değil; kalple de algılanır. Bilgi yalnızca betimleyici değil; irfani ve hikemî de olabilir.

Tevhîdî Agorist anlayış, bilgiyi yalnızca araçsallaştırmaz; onu hakikatle buluşmanın yolu olarak görür. Bilgi, insanı tüketiciye değil; kul olana dönüştürmelidir. De Leonizm’de ise bilgi, iktidarın yeniden örgütlenmesi için kullanılır. Bu da bizi, Foucaultcu anlamda bir bilgi-iktidar ilişkisine taşır. Kolektif iktidar, üretim bilgisi üzerinden yeniden inşa edilir; ve bu, tek bir sınıfın mutlak doğruyu temsil ettiği yeni bir epistemik tahakküm alanı doğurur.

İşte bu yüzden De Leonist "üretim konseyleri", yalnızca kapitalistin yerine sendikal bir despotizmi koyar. Tahakküm biçim değiştirir; öz değişmez. Bu, Heideggerci anlamda teknik aklın iktidarıdır. Varlık, “üretilen” ile tanımlanır; “olan” unutulur. Her şey, üretilebilirlik üzerinden değer kazanır. İnsan bile.

Tevhîdî Agorizm ise varlığı “üretim”e değil, “emanet”e bağlar. İnsanın değeri, ürettiğiyle değil; teslimiyetiyle ölçülür. Çünkü biz biliriz: Varlık, sadece “mevcud” değil; “meşhud”dur da. Görünenin ardında bir hakikat vardır. Ve o hakikat, yalnızca sınıf mücadelesiyle değil; kalbin saflaşmasıyla anlaşılır.

Bu yüzden bizim mücadelemiz, bir iktidar mücadelesi değil; bir istikamet arayışıdır. Biz yalnızca yeni bir üretim ilişkisi değil, yeni bir insan tasavvuru inşa etmek istiyoruz. Çünkü bizim için asıl devrim, üretim araçlarını el değiştirmek değil; insanın yönünü kıbleye çevirmesidir.

Ve şunu da biliriz ki: Hakikat, sadece “üretilen” değil; takdir edilendir. İnsan, sadece üretim ve tüketim arasında salınan bir meta değildir; onun içinde ilahi bir emanet vardır. De Leonist tasavvur, bu emaneti okuyamaz; çünkü onun ontolojisinde emanet değil, sadece sermaye ve emek vardır. Oysa “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar onu yüklenmekten çekindiler, insan ise onu yüklendi.” (Ahzab 72)

İnsan, sadece üretim çarkına entegre bir dişli değildir. O, Rabbinden aldığı bir sözün taşıyıcısıdır. Ve bu söz, yalnızca ekonomik adaletin değil; ontolojik sadakatin de temelidir. De Leonist projede bu sadakat yoktur; orada adalet, sınıfsal eşitlikle sınırlıdır. Oysa bizim için adalet, hak ile bâtıl arasında net bir çizgidir.

Tevhîdî Agorizm’in amacı, bir üretim toplumu kurmak değil; bir şahidlik toplumu inşa etmektir. Bu yüzden bizim kuracağımız sistemde, iktidar odaklı hiçbir bilgi formu otoriteleşemez. “Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) ayetiyle bildirilmiş bu bilgi ahlakı, otoriteyi değil; hidayeti ve tevazuyu doğurur. Bizde bilmek, hükmetmek değil; şahitlik etmektir.

De Leonist konseyler, işçi sınıfını merkeze alarak yeni bir merkezîyet üretir. Bu merkezîyet, Marksizmin reddettiği “iktidar”ı sadece başka bir aktöre verir. Bu, özünde yeni bir Firavunlaşmadır. Belki ismi proletaryadır ama işlevi aynı: Tüm toplumu tek bir özne üzerinden örgütlemek. Oysa biz diyoruz ki: “Ey iman edenler! Hep birlikte barışa, İslam’a girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin.” (Bakara 208)

İşte bu çağrıdır ki, merkeziyetçiliğin değil, birlikte ama özerk yaşamanın yolunu gösterir. Tevhîdî Agorizm, bu anlamda ne Jakoben'dir ne de teknokratiktir. Biz, toplumu yukarıdan aşağıya biçimlendirmek istemeyiz. Biz, toplumu içten dışa doğru mayalamak isteriz. Tıpkı Hz. Muhammed’in Medine’de yaptığı gibi: İktidar kurmadan, ama otorite inşa ederek.

Çünkü bizim için hakikat, yalnızca doğru olan değil; doğru yolda olunandır. Ve bu yolda yürüyen için kıble bir yön değil; yöneliştir. İşte bu yönelişle, üretim değil emanet, bilgi değil hikmet, otorite değil şura, merkez değil cemaat, plan değil vicdan öncelik kazanır.

Bu sebeple bizim mücadelemiz, hiçbir zaman sadece iktisadi değil; metafizik bir mücadeledir. Zira batıl sistemler sadece yanlış yönetmez; yanlış ontolojiler üretir. Ve bizim devrimimiz, yalnızca düzeni değiştirmek değil; varlığı yeniden okumaktır.

Çünkü biz şunu bilir ve ilan ederiz:
“Allah sizi, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa 58)
Ve bu ilahi hüküm, bizim devrim manifestomuzdur. Ne proletaryanın diktatörlüğü, ne teknokratların planı; yalnızca Hakk’ın adaleti.

9. Halifelik ve Hürriyet: Tevhîdî Agorizm’de Bireyin Hakiki Özgürlüğü

Tevhîdî Agorizm, özgürlüğü yalnızca bireysel tercih hakkı olarak değil; ilahî sorumluluğun idrakiyle bütünleşen bir bilinç hali olarak tanımlar. Modern düşünce sistemleri için özgürlük, çoğu zaman otoritenin yokluğu ya da arzuların sınırsızca tatminiyle eşdeğer tutulur. Ancak bu anlayış, insanı hayvani dürtülerine mahkûm eden, özgürlüğü istikametini kaybetmiş bir serbestliğe dönüştüren bir yanılsamadır.

Oysa Tevhîdî Agorist bakışta özgürlük, halifeliğin gereğidir. Yani insan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak özgürdür; çünkü sorumluluk sahibidir. Ve bu sorumluluk, hem kendine, hem topluma, hem de Rabbine karşıdır. Bu özgürlük anlayışı, insanı hem dışsal otoritelerden (devlet, sermaye, bürokrasi) hem de içsel heva ve zaaflardan azad eder. İşte bu nedenle, bizim mücadelemiz yalnızca dış zincirlere karşı değil; iç zincirlerin de kırılması içindir.

De Leonizm gibi sistemler özgürlüğü sınıf mücadelesiyle sınırlandırır. Emekçi özgürleşince herkes özgürleşecek sanılır. Oysa biz biliriz ki; bir zalimin yerini başka bir zalim, bir bürokrasinin yerini başka bir kolektif alırsa, özgürlük yalnızca şekil değiştirir ama özde kalmaz.

Tevhîdî Agorizm’de birey, topluluğun kölesi değil; vicdanının şahididir. Kooperatif ya da cemaat yapısı içinde yer alsa bile, bu yapının kararları bireysel hilafeti çiğneyemez. Çünkü her birey kendi çarşısında, kendi terazisinde, kendi hesabını verecektir. Bu sebeple Tevhîdî toplumda kolektif karar, bireysel rızayla tahkim edilir; zorla değil, tebliğle inşa edilir.

Bizim için özgürlük, bir “rıza iklimi”dir. Her alışverişte, her sözleşmede, her toplumsal bağda önce rıza aranır. Ve bu rıza, sadece dünyaya değil, ahirete de dönüktür. Bir işçinin emeği sömürülüyorsa değil, rızası yoksa bu iş helal değildir. Bir tüccar fiyat belirlerken karşısındakinin bilgisizliğini kullanıyorsa, bu işlem fıkhen geçersizdir. İşte özgürlüğün bu şahitlik boyutu, onu sadece dünyevi bir hak olmaktan çıkarır; uhrevî bir sorumluluk haline getirir.

Bu anlamda, özgürlük bizim nazarımızda ne bireyin yalnızlaşmasıdır, ne de topluluğun yüceltilmesidir. Gerçek özgürlük, Allah’a kullukta bulunan bir teslimiyetle, dünya üzerindeki tüm beşerî tahakkümlere karşı başkaldırıdır. Ve biz inanırız ki; kul olmayan, kula kulluk eder. Fakat Rabbine kul olan, hiçbir ideolojiye, hiçbir sınıfa, hiçbir otoriteye boyun eğmez.

Bu özgürlük anlayışı, yalnızca bir sistem eleştirisi değil; bir ahlak devrimidir. Tevhîdî Agorist birey, özgürlüğünü sadece hak istemek için değil; hak vermek için kullanır. O, hakkı korumayı bir lütuf değil, bir görev bilir. Kendi kazancının içinde başkasının alın teri varsa, bu kazancı reddeder. Çünkü o bilir ki, bir lokma zulümle gelen rızık, bin secdeyle arınmaz.

Ve biz, bu özgürlüğü haykıranlar olarak; ne modern burjuvazinin tüketici köleliğine, ne sosyalist kolektivizmin şahsiyetsizleştirici disiplinsizliğine razıyız. Bizim özgürlüğümüz, yalnızca bireysel değil; toplumsal vicdanın dirilişiyle mümkündür. Çünkü gerçek özgürlük, başkasının özgürlüğünü tehdit etmeden yaşanandır. Ve bu da ancak Tevhîdî bir şuurla mümkün olur.

Tevhîdî Agorizm, bireyin hürriyetini, onun Rabbine olan sadakatiyle dengeler. Bu öyle bir denge noktasıdır ki, akıl ile vahiy, birey ile cemaat, dünya ile ahiret arasında eşsiz bir uyum sağlar. Çünkü bu sistemin nihai amacı, sadece adil bir ekonomi değil; salih bir toplum inşa etmektir. O toplumda özgürlük, lükslerin değil; adaletin dilidir. Orada özgürlük, en güçlü olanın değil; en haklı olanın kelimesidir.

Ve biz, bu özgürlüğü inşa ederken; ne modernizmin teknik araçlarına tamamen sırt çeviririz, ne de onların ruhumuzu sömürmesine izin veririz. Teknolojiyle bağ kurarız, ama teknolojinin kulları olmayız. Ekonomiyle uğraşırız, ama ekonomiyi kutsamayız. Cemaat kurarız, ama bireyin hakikatini ezmeyiz. Çünkü biliriz ki, hiçbir sistem Allah’tan daha adil değildir.

Bu yüzden Tevhîdî Agorizm’in özgürlük anlayışı, sadece bir siyasal söylem değil; bir ahlak, bir yaşam biçimi, bir ibadet halidir. Ve biz, bu özgürlüğü yalnızca kendimiz için değil; ezilen, unutulan, hor görülen tüm kullar için istiyoruz. Çünkü hakikat, ancak kullar secde ettiğinde değil; zulme boyun eğmediğinde tam manasıyla tecelli eder.

Ve biz inanırız ki: Hürriyet, yalnızca zincirlerin kırılması değil; nefsin terbiye edilmesidir. Gerçek özgür insan, başkasının değil, kendi hevasının zincirlerini kırabilen kişidir. Çünkü zulüm bazen bir devletin copunda, bazen bir piyasanın tekelinde, bazen de insanın kendi nefsinde gizlenir. Tevhîdî Agorist, bu üç cephede birden mücadele eden mü’min bir direnişçidir. Elinde mizan, kalbinde rıza, dilinde hakikat vardır.

Modern sistemler insanı "özgür" kılarken, onu anlamsızlaştırır. Özgürlük, seçim yapmakla sınırlanır; ama o seçimlerin ruhu yoktur. Tevhîdî Agorist için ise özgürlük, sadece "tercih hakkı" değil; tercihin hikmetiyle yüzleşme iradesidir. O bilir ki, her yaptığı seçim, bir şahit bırakır arkasında. Ve her şahit, hesap gününde karşısına dikilecektir. Bu yüzden agoristik özgürlük, ne keyfîdir, ne başıboş; o, ilahi emanetin şuurlu taşıyıcılığıdır.

De Leonist modelde birey, üretim birimi haline gelirken; bizde birey, emanet bir ruhun taşıyıcısıdır. Onun çarşıya girmesi de, karar vermesi de, üretim yapması da bir ibadet gibidir. Bu nedenle Tevhîdî toplumda bir pazar kurulur ama pazarın ortasına secde edilir; çünkü orası bir helal rızık mücadelesinin mihrap noktasıdır. Her mübadele, bir imtihandır; her sözleşme, bir ahittir; her fiyat, bir vicdan terazisinde tartılır.

Ve biz tekrar ederiz: Hiçbir ideoloji, kulluğu özgürlüğün önünde engel olarak göremez. Bilakis kulluk, özgürlüğün hakiki temelidir. Allah’a kul olan, kula kul olmaz. Hiçbir komite, hiçbir şura, hiçbir ekonomik plan, bir bireyin vicdanını susturma hakkına sahip değildir. Çünkü o vicdan, yedi kat göğün Rabbi tarafından ilham edilmiştir. Bizim özgürlüğümüz, işte o ilhamla konuşur, yürür, karar verir.

O halde biz, özgürlüğü yalnızca istemiyoruz; onu muhafaza etmekle de mükellefiz. İtaat, yalnızca Allah’adır. Ve kulluk, yalnızca adaleti büyütürse makbuldür. Tevhîdî Agorizm’in özgürlük anlayışı bu yüzden asla liberal değildir; çünkü bireyi hevasıyla baş başa bırakmaz. Asla totaliter değildir; çünkü bireyi bir kolektifin kurbanı yapmaz. O, hakkın ve hakikatin dengesidir. İnsanın yere sağlam basarken göğe secde edebilmesidir.

10. Ümmetin Ruhu: Topluluğun Kutsallığı ve Cemaatin Direnişi

Tevhîdî Agorizm’de birey kutsaldır; lakin bireyin kutsallığı, yalnızlıkta değil, cemaatle anlam bulur. Bu cemaat, etnik ya da sınıfsal bir birlik değil; tevhîd inancıyla bir araya gelen yeryüzü kardeşliğidir. Ümmet, yalnızca bir coğrafya ya da tarihsel bir kavram değildir. Ümmet, hakka şahidlik eden, adaleti ayakta tutan, mazluma siper olan şuurlu bir topluluktur.

Modern sistemlerde topluluk ya bir “halk yığını”na indirgenir ya da “ulusal kimlik” gibi seküler şemalarla şekillendirilir. De Leonist sistemde ise toplum, üretim ilişkilerinin toplamı olarak görülür; insan, sendikaların ve federasyonların içinde eriyen bir dişli olur. Oysa bizde topluluk, yalnızca üretmek için değil; şahitlik etmek, hakemlik yapmak ve zulme karşı direnmek için vardır.

Tevhîdî Agorist cemaat, biçimsel bir kooperatif değil; ilahi bir niyet birliğidir. Herkesin kazancını helal kıldığı, sözünü emanet bildiği, mazlumun yanında saf tuttuğu bir toplumsal ahlâk cephesidir. Bu toplulukta hesap, sadece para ile değil; kul hakkı ile tutulur. Kimsenin rızası çiğnenmeden, kimsenin onuru ayaklar altına alınmadan bir dirlik kurulur.

Ve bu cemaat, yalnızca ekonomik değil; manevi bir direniş cephesidir. Kapitalizmin yalnızlaştırdığı, sosyalizmin mekanikleştirdiği birey; burada yeniden bir can, bir omuz, bir dua bulur. Herkesin bir yeri, bir değeri, bir şerefi vardır. Çünkü Tevhîdî toplumda insanın değeri, üretim gücüyle değil; takvasıyla ölçülür.

Cemaat içinde istişare, sadece yönetim biçimi değil; bir kulluk biçimidir. Kararlar tepeden inmez; herkesin kalbiyle tartılır. Zayıf olan dinlenir, güçlü olan uyarılır. Herkesin söz hakkı vardır; çünkü her birey Allah’ın halifesidir. Bu yapı, kaosu değil; vicdanlı bir düzeni doğurur.

Ve biz biliriz ki, ümmet ölmez. Çünkü ümmet, Allah’ın yeryüzündeki rahmet zinciridir. Toprak gasp edilse, diller yasaklansa, mabetler yıkılsa da; ümmetin sesi susmaz. Tevhîdî Agorizm bu sesi yeniden diriltmek için vardır. Yalnız kalmış yürekleri birleştirmek, zulüm altındaki çarşıları ayağa kaldırmak, hakkı yalnız bırakmamak için vardır.

Çünkü biz inanırız ki: Cemaat, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.

Ve bu cemaat, yalnızca geçmişin bir hatırası değil; geleceğin umududur. Çünkü biz biliriz ki; İbrahim’in ateşe karşı kurduğu cemaat, Muhammed’in Mekke’deki sessiz direnişi, yalnızca birer hatıra değil; çağları aşan tevhîdî diriliş örnekleridir. Ve her çağın Nemrut’u olduğu gibi, her çağın da bir ümmeti vardır. Tevhîdî Agorizm bu ümmeti yeniden kıyama çağırır.

Bu kıyam silahla değil; pazarla, sözle, duayla, infakla yapılır. Çünkü bizim seferimiz, yüreklerin fethinedir. Biz, kalpleri kazanmakla mükellefiz. Ve her pazar tezgâhı, her kooperatif çadırı, her istişare meclisi bizim için birer küçük Medine’dir. Orada adalet yazılır, rıza inşa edilir, merhamet yeşertilirse; işte o zaman ümmet yeniden dirilir.

Tevhîdî Agorizm, ümmetin tabandan gelen bir canlanışıdır. Üstten inme anayasalarla, teknokratik planlarla değil; rahmetle örgülenmiş halk halk kardeşlikle yürür bu yol. Çünkü biz biliriz ki; halksız bir devrim, ruhsuz bir yapıdır. Biz, bu ümmetin ruhunu ayağa kaldırmak için varız.

Ve bu ruh, sadece mü’minlerin değil; mazlumların, yetimlerin, işçilerin, esnafın, göçebelerin, çobanların, atölyede ter döken ellerin ve pazarda susuz kalan gözlerin ruhudur. Ümmet, sadece inançta birleşenlerin değil; zulme birlikte karşı duranların adıdır.

Tevhîdî cemaatin ekonomisi; merhametin ekonomisidir. Herkesin kazandığı, fakat kimsenin kaybolmadığı bir düzen... Ne güçlü zayıfı ezer, ne zayıf kenarda unutulur. Herkes bilir ki; Allah’ın adaleti, insanların terazilerinden büyüktür. Ve bu adalet, sadece mahkemelerde değil; pazar tezgâhlarında, kira sözleşmelerinde, kooperatif kararlarında da tecelli etmelidir.

İşte biz bu yüzden, bir "ümmet pazarı" kurmayı hayal etmiyoruz; onu hatırlıyor, diriltiyor ve inşa ediyoruz. Çünkü bu pazar, sadece ekmeğin değil; rahmetin de bölüşüldüğü yerdir.

Ve bizim çabamız, sadece bugün için değil; çocuklarımızın rızası, torunlarımızın duası içindir. Onlar bir gün "bir ümmet vardı, pazarlarında merhamet satılırdı" desinler diye...


"Bu yazdıklarımı, canım, hayatımın anlamına elifime armağan ediyorum."
By: M.T.A.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Tevhidi Agorizm için tasarı (manifestom için bir prototip)

  ↪Tevhîdî Agorist İslami İdeoloji Tasarımı 1. Temel Felsefe ve İdeolojik Kökenler Tevhîd (Allah’ın Birliği): İdeolojinin temelini sadece A...