I. Bölüm
1. Giriş: Hakikat Mücadelesine Dair
Ben bir Tevhîdî Agorist olarak dünyaya, sadece zahirî (görünür) düzlemde değil, batınî (gizli) bir bilinçle de bakarım. Bizim mücadelemiz, yalnızca ekonomik ve siyasi bir kurtuluş arayışı değil; aynı zamanda Tevhid’in hakikatine sadık kalma iradesidir. Bugün karşılaştığımız fikir sistemleri arasında, en sofistike olanlardan biri olarak gösterilen De Leonizm, ne yazık ki İslami hakikatlerle, özgür bireyin fıtratla uyumlu düzen arayışıyla ve pazarın adaletli şahitliğiyle çatışmaktadır.
Bu yazıda amacım; De Leonist teorinin felsefi arka planını, iktisadi tasavvurunu (tasarı) ve toplumsal tasarımını, Tevhîdî Agorizm’in prensipleriyle mukayese ederek eleştirmektir. Çünkü sadece karşı çıkmak yetmez; neden karşı çıktığımızı ilmek ilmek örerek, okuyucunun vicdanına teslim etmeliyiz. Allah’ın iradesine bağlı bir cemiyet ile sınıf mücadelesine dayalı seküler sosyalizmin arasındaki fark, yalnızca metotla sınırlı değildir; bu fark, varlık anlayışımızı belirleyen temel bir uçurumdur.
De Leonizm’i, şahsım olarak davasında başarı için; proletaryanın kurtuluşu için, içi boş olmayan bir sol komünizm denemesi olarak görüyorum.
2. De Leonizm Nedir? Kısa Bir Özeti
De Leonizm, 19. yüzyılın sonunda Daniel De Leon’un öncülüğünde ortaya çıkmış, sendikalist sosyalizmin teorik bir çehresidir. De Leon, hem Marksizm'den hem de Amerikan işçi hareketlerinden etkilenmiş; buna rağmen, sosyalist devrimin sadece politik iktidar yoluyla değil, endüstriyel örgütlenmeyle de gerçekleşmesi gerektiğini savunmuştur.
De Leoncu yapı, işçilerin işyerlerinde örgütlenerek üretim araçlarının doğrudan kontrolünü almasını hedefler. Buradaki kilit mekanizma, "endüstriyel hükümettir. De Leonist devlette seçimler, endüstriyel federasyonlar üzerinden yapılır ve siyasi partiler işlevsiz hale gelir. Sınıf mücadelesi ise bu sistemin merkezindedir; çünkü De Leon’a göre toplumu ezen temel yapı, üretim araçlarını elinde bulunduran sermayedar sınıftır.
Bu sistem, ilk bakışta adil görünse de, kutsaldan arındırılmış bir "seküler iktidar" düzenidir. Üretimin amacı, Tanrının rızası değil; emekçinin maddi tatmini ve kolektif faydadır. İşte tam bu noktada, Tevhîdî bakış açısından büyük bir kopuş başlar.
Sendikaların örgütlenip, üretim araçlarına işçi sınıfının desteğiyle el koyması; pratikte, sendikaları saf dışı bırakan iktidarların himayesinde, mümkünatsız bir denemedir.
Marksist tutumlarda üretim araçlarının kamusallaşmasına karşın, De Leonizm’in sendikalist çözüm önerisi de göze çarpmakla birlikte; bence, kesinlikle proleterya diktatörlüğüne karşın, güzel bir temele oturtulmuş, hakiki bir komünist yapıya geçiş sürecine önder olabilecek bir çözüm önerisidir.
Bütün acıların ötesinde, Amerika’daki bu işçi hareketi eğer başarılı olabilseydi; belki de günümüzün tüm acılarının ahına sebep olan katillerden kurtulmuş bir dünyada yaşamış olurduk. Kapitalizmin yok olmasında büyük fedakârlıklar yapacak bu hareket ise, maalesef tozlu yaprakların arasında, proleteryanın unuttuğu önemli bir vukuat olarak kaldı.
Bana ise, sadece bu güzel masallar ardından konuşan tek Türk olmak düşüyor. Türkçenin hak ettiği bu zenginliği sizlere ulaştırmak, benim için bir gurur olacak elbet. Mesleğim gibi benimsesem bile bu yazıtları yazmayı, asla durmayı düşünmüyorum.
3. Modern Endüstriyel Emperyalizmin Karanlık Yapıları
De Leonizm, sanayi çağının kavramlarıyla düşünür. Oysa Tevhîdî Agorizm, moderniteyi bir "ilahsızlaştırma süreci" olarak görür. Sanayi devrimiyle beraber ortaya çıkan yeni üretim ilişkileri, sadece sermayeyi değil, insanın ruhunu da metalaştırmıştır. De Leon bu üretim ilişkilerini ortadan kaldırmaz; sadece mülkiyetin el değiştirmesini önerir. Patronun yerini sendika alır, kapitalistin yerine "üretici konsey" geçer. Lakin sistemin özündeki tahakküm mekanizmaları baki kalır.
Tevhîdî Agorizm ise tahakkümün her türlüsünü reddeder. Bizim mücadelemiz, yalnızca sınıfsal değil; epistemolojik ve ontolojiktir. Çünkü biz biliriz ki; yeryüzü bir mülk değil, emanettir. Ve bu emanet, hiçbir kolektifin tekeline verilemez.
De Leoncu devlette, birey endüstriyel federasyonların sadık bir birimi haline gelir. Bu, Allah'ın insana verdiği "halifelik" sorumluluğuna tamamen aykırıdır. Çünkü halife, kulluğu merkeze alarak karar verir. Oysa De Leonist sistemde karar, üretimin rasyonalitesine göre alınır. Yani sistem, aklı merkeze koyar; kalbi değil. Bu da bizi seküler teknokrasinin kıyısına getirir.
De Leonist sistem, üretim sürecini kutsallaştırmasa da, onu mutlaklaştırır. Üretim verimliliği, kolektif planlama ve teknik akılcılık; sistemin asli dayanaklarıdır. Fakat unutulmamalıdır ki, aklın mutlaklaştırılması, hakikatin parçalanmasıdır. Zira akıl, vahyin kılavuzluğunda yücelirse hayra; tek başına kalırsa istibdada hizmet eder. De Leonizm’in endüstriyel aklı, insanı bir "fonksiyon" olarak kavrar. Birey artık düşünmez, hissedemez, sorgulayamaz; yalnızca üretir, aktarır, denetlenir.
Tevhîdî Agorist bakışa göre, bu sistematik işlevsellik, insana yapılmış bir zulümdür. İnsan; sadece bir vida, bir dişli, bir süreç parçası değildir. O, Allah’ın isimlerini yeryüzünde tezahür ettirmekle görevli bir halifedir. Ve bu halifelik; makinenin değil, kalbin ve vicdanın rehberliğini gerektirir.
De Leonizm’de hedeflenen "özgürlük", aslında yeni bir bağlanma biçimidir. İnsan devletten kurtulsa da, bu sefer kolektifin, federasyonların, sendikaların görünmez baskısına maruz kalır. Endüstriyel bir sadakat ve katı işleyiş, hakikatin ruhunu zedeler. Çünkü sadakat, Allah’a yöneldiğinde kulluktur; sisteme yöneldiğinde ise kulluğun karikatürüdür.
Sanayi sonrası dünyada, makineler insanların yerini aldıkça, insan da makinenin iş ahlakını taklit eder hâle gelir. Disiplin, düzen ve rasyonalite adı altında; merhamet, tevazu ve tevekkül kaybolur. De Leoncu planlama, bu yönüyle, ruhsuz bir adaleti yüceltir. Ancak adalet, sadece eşitlik değil; aynı zamanda hakkı yerli yerine koymaktır. Ve hak, Rabbani bir kavramdır; insan eliyle değil, vahyin terazisiyle ölçülür.
İşte bu yüzden Tevhîdî Agorizm, modern endüstriyel tahakküme yalnızca iktisadi değil, ahlaki ve metafizik bir karşı duruş sergiler. Bizler, üretim süreçlerini ilahlaştırmayan; fakat üretimi bir ibadet gibi gören bir anlayışı savunuruz. Emeğin değerini, sadece çıktısında değil; niyetinde ve meşruiyetinde ararız.
Ve nihayetinde biliyoruz ki; insanı özgürleştirecek olan şey, zincirlerinden kurtulması değil sadece - esas özgürlük, insanın Allah’a bağlanmasındadır. De Leonizm’in sunduğu zincirsiz toplum, batıl bir özgürlük tasavvurunun ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Zincir görünmez olabilir; ama kalbi saran zincir, bileği saran demirden daha kuvvetlidir.
4. Tevhîdî Agorizm’in Ontolojik Temelleri
Tevhîdî Agorizm, varoluşun merkezine Allah’ın birliğini, hükümranlığını ve rızasını koyar. Bu düşünce, ekonomik ve toplumsal düzenin de bu birliğe sadık olması gerektiğini savunur. Varoluş, sadece maddi bir mücadele değil; aynı zamanda bir imtihan, bir kulluk alanıdır. De Leonist sistemin dayandığı materyalist tarih anlayışı, insanı yalnızca üretim araçlarıyla ilişkisi üzerinden tanımlar. Bu, insanı ruhundan koparan, onu sadece ekonomik bir organizma olarak gören bir tasavvurdur.
Oysa biz biliriz ki; insan ne sadece bir işçidir, ne sadece bir üreticidir. İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Bu halifelik, yalnızca ibadetle değil; adil ticaretle, hakça paylaşım ve rızaya dayalı alışverişle de gerçekleşir. Tevhîdî Agorizm’in pazarı, ranta ve faize kapalı; istismara ve tekelleşmeye düşman; fakat özgürlüğe ve helal kazanca sonuna dek açıktır.
Ontolojik olarak Tevhîdî Agorizm, mülkiyeti Allah’a ait sayar. İnsan bu mülkiyetin ancak sorumlu bir emanetçisidir. De Leonizm ise mülkiyeti kolektife devrederken, onu yine beşerî bir tahakküm alanına dönüştürür. Bu fark, sadece ideolojik değil; ahlaki ve varoluşsal bir farktır.
Bu nedenle Tevhîdî Agorizm, yalnızca bir iktisat modeli değil; aynı zamanda bir varlık anlayışıdır. Bizim için iktisat, sadece ihtiyaçların karşılanması meselesi değil; kulun Rabbiyle kurduğu ilişkinin toplumsal düzlemdeki tezahürüdür. Bir malı üretmek, onu helal yollarla satmak ve kazancı adaletle bölüşmek - bunların her biri bir ibadetin parçasıdır. Çünkü biz biliriz ki, helal kazanç da secde kadar kutsaldır.
De Leonist yapıda, bireyin kimliği işlevine indirgenir. Oysa Tevhîdî anlayışta birey, önce kul, sonra tüccar, sonra üreticidir. Bu tersine hiyerarşi; insanı yalnızca üretim birimi olmaktan çıkarıp, emanet bilincine sahip bir şahsiyet haline getirir. Birey, kendisini pazardaki çıkarlarla değil, Allah’ın rızasına ulaşma çabasıyla tanımlar. İşte bu sebeple, bizim pazarımızda ahlak, arz ve talepten önce gelir.
Tevhîdî Agorist düzen, sistemin merkezine ne devleti ne sendikayı koyar; merkezde yalnızca Allah’ın hükümranlığı vardır. Bu, anarşizmin seküler biçimlerinden keskin şekilde ayrıldığımız noktadır. Bizler, kaos içinde özgürlük değil; tevhid içinde özgürlük ararız. İslami özgürlük, sorumluluktan bağımsız değil; tam aksine, sorumluluğun zirvesidir. Ve bu sorumluluk, yalnızca bireyin kendine değil; çevresine, topluma ve tüm mahlûkata karşı da duyduğu bir yüktür.
Bu ontolojik fark, sistemlerin yapı taşlarına kadar uzanır. De Leonizm'in kolektif üretim anlayışı, nihayetinde beşeri bir "ortak mülkiyet" düzenidir; ve her beşerî düzen gibi, zamanla otorite üreten bir yapıya evrilme riskini taşır. Çünkü beşerî otorite, ister devlet olsun ister sendika, er ya da geç yasa koyuculuğa öykünür. Bu da Tevhîdî anlayışın en temel ilkesiyle çelişir: "Hüküm yalnız Allah’a aittir."
İşte bu yüzden Tevhîdî Agorist düşünce, kolektifin değil cemiyetin, sendikanın değil ümmetin, iktidarın değil şahitliğin peşindedir. Ve şahitlik, pasif bir tanıklık değil; hakkı her şartta savunma cesaretidir.
5. De Leoncu Emek Diktatörlüğü ve Hilafetin Yokluğu
De Leonizmin temelini oluşturan emek vurgusu, ilk bakışta mazlumun yanında bir duruş gibi görünür. Ne var ki, bu sistemde "emek" kutsallaştırıldıkça, birey bir kutsal üretim makinesine indirgenir. De Leonist sistemin vaadettiği özgürlük, sadece üretime katkı ölçüsünde tanınan bir özgürlüktür. Oysa Tevhîdî Agorizm’de özgürlük, Allah’a kullukla anlam kazanır. Üretken olmayan ama takva sahibi bir birey, bizim sistemimizde üretken despotlardan daha değerlidir.
De Leonizmin öngördüğü "emek hükümeti", zamanla bir çeşit dünyevi ilahlaştırma sürecine girer. Emek, iktidarlaşır; sendikalar yasa koyar, konseyler fetva verir. Ve toplum, ruhunu bu üretim tapınaklarında kaybeder. Herkesin bir "işlev" olduğu bu düzende, şefkat, merhamet, tevazu gibi asli insani vasıflar değersizleşir.
Böyle bir düzende hilafet yoktur; çünkü hilafet, sadece siyasi liderlik değil, aynı zamanda ahlaki bir rehberliktir. Tevhîdî sistemde hilafet, devleti değil vicdanı temsil eder. Her birey, kendi nefsine karşı bir halife gibidir; doğrulukta ısrar eden, adaleti gözeten bir nevi küçük peygamberî modeldir. Fakat De Leonizm’de ne bu bireysel hilafete yer vardır, ne de kolektifin ötesinde bir kudsiyete.
De Leoncu yapıda otorite, bir kez daha kolektifin tekeline geçmiştir. Bu, kapitalist patronun yerine emek patronunun geçmesidir. İsimler değişmiş; fakat taht aynı kalmıştır. Bir sistem, Allah’ı dışlayarak adaleti kurmaya çalışıyorsa, sonunda zulmü sistematize etmekten öteye gidemez.
Tevhîdî Agorist için ise, hakikat bireyle başlar. Adil pazar, adil bireylerle mümkündür. Sendikalara, endüstriyel konseylere ya da merkezi planlamaya ihtiyaç yoktur. Bireylerin kendi ahlaki sorumluluğu ile kurdukları pazar, asıl hilafet düzenidir. Her alışveriş, bir ahlak sınavıdır; her üretim, bir niyet beyanıdır.
Ve işte bu yüzden, De Leonizm ne kadar iyi niyetli olursa olsun, kutsalı dışladığı sürece yozlaşmaya mahkûmdur. Seküler emek devleti, eninde sonunda seküler bir tahakküm düzenine dönüşür. Oysa biz, bir devleti değil; bir ümmeti, bir cemiyeti, bir aşkla dirilen halkı hayal ederiz. Ve bu halkın öncüsü, ne sendika lideridir ne konsey başkanı; bu halkın öncüsü, hakikatin şahididir.
Bu yüzdendir ki De Leonizm’in önerdiği düzen, adaletin maddi suretini kurmaya çalışırken, onun manevi özünü kaybeder. Zira adalet sadece eşitlik değildir; rızaya dayalı düzenin bir tezahürüdür. İnsanlar aynı maaşı aldığında değil, birbirlerinin hakkını gözettiğinde adalet gerçekleşir. Fakat De Leonist mantık, bu hakkaniyeti rakamlarla ölçülebilir kılmaya çalışır — böylece adalet, kişiliksiz bir bürokratik norm haline gelir.
Hilafetin yokluğu burada sadece bir siyasi boşluk değil, aynı zamanda ontolojik bir çöküştür. Halifesiz toplum, Rabbiyle bağını kaybetmiş yetim bir topluma dönüşür. Ve bu yetimlik, üretimde ne kadar başarılı olunursa olunsun, kalbin fakirliğini gideremez. Tevhîdî Agorizm, bu yetimliği reddeder. Biz, her bireyi halifelik sorumluluğuna çağırırız; çünkü her birey Allah’ın yeryüzündeki emanetçisidir. Bu emanetçilik, üretim kotasını doldurmak değil; hikmetle yaşamak anlamına gelir.
De Leonizmin güçlü merkezi örgütleri, devleti ortadan kaldırma vaadiyle yola çıkar; ama sonunda devleti başka formlarda yeniden inşa ederler. Sendika, üretimi planlayan bir tanrıya; federasyon, yasa koyucu bir Rabbe dönüşür. Ne kadar halkçı görünürse görünsün, bu yapıların tevhidle bağları yoktur. Zira tevhid, yalnızca Allah’a itaat edilen bir düzeni şart koşar.
Bu yüzden Tevhîdî Agorizm, yalnızca tahakküme değil; tahakkümün yeniden üretimine de savaş açar. Çünkü biz biliriz ki, dünyevî iktidar hiçbir zaman masum değildir. Her iktidar, bir kutsalı dışladığı oranda zalimleşir. Ve biz o zalimliği, ister kral suretinde, ister sendika başkanı kılığında görelim, ona aynı kararlılıkla karşı çıkarız.
Sonuç olarak, De Leonizm’in önerdiği “emek devleti”, seküler dünyanın son ütopyasıdır. Fakat Tevhîdî Agorizm, ütopya kurmaz; emaneti hatırlatır. Bizim derdimiz, insanı üretim kampından kurtarıp, kul olmanın yüceliğiyle buluşturmaktır. Çünkü biz iman ederiz ki, insanın izzeti salt emekte değil, ihlâsta ve teslimiyettedir.
Devam edecektir.
By: M.T.A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder