Proudhon Üzerine: Tevhîdî Bir Agoristin Kalbinden Beş Bölümde Şükran
1. Kalbimi Ona Açarken
Ben, bir Tevhîdî Agoristim. Her şeyin üstünde Allah’ın birliğine ve kullarının özgürlüğüne inanırım. Bu iki inanç, benim için yalnızca birer ilke değil, yaşamanın ta kendisidir. O yüzden dünyaya baktığımda, kimi zaman mü’min olmayanlarda bile hakikatin izini görürüm. Pierre-Joseph Proudhon, bu izleri en çok bırakanlardan biri.
Evet, Proudhon bir kâfirdi. Allah’a inanmadı. Peygamberi tanımadı. Fakat bu onu tümüyle karanlıkta bırakan bir durum olmadı gözümde. Zira onun kalemi adaleti aradı. Ve bazen, iman ettiğini söyleyen nice dilsizin sustuğu yerde, onun gibi bir inkârcının kalemi konuşur oldu. Bu bana acı bir hakikati gösterdi: Her secde eden adil değildir, her adil de secde eden değildir.
2. “Mülkiyet Hırsızlıktır” Derken Benim İçimde Ne Uyandı?
Proudhon’un bu sözüyle birlikte kendime şu soruyu sordum: Biz mülkü mi emanet biliyoruz, yoksa onun kölesi mi oluyoruz?
3. Devletin Elinden Vicdanımı Kurtardım
Proudhon’un gözünde devlet, kurumsallaşmış bir zorlama ve gasptı. Bu konuda onunla kalpten kalbe anlaştık. Ben devletin İslâm'daki ideal “adlî” tanımını elbette tanırım. Ama pratikte, devlet dediğimiz şeyin halkın üstünde bir firavunlaşma eğiliminde olduğunu da biliyorum.
Proudhon devlete düşman değil; zorbalığın her türüne düşmandı. Onun önerdiği şey, merkezsiz bir toplum, karşılıklı yardımlaşan bir cemiyet, adaletin merkezi değil yatayda üretildiği bir düzendi. Bu bana, Hz. Peygamber’in Medine Vesikası’ndaki toplumsal yapıyı hatırlattı: Otokratik değil, katılımcı. Hiyerarşik değil, dayanışmacı.
Benim için devlet, eğer adaleti tesis etmiyor ve halkı özgürleştirmiyorsa, yıkılmalıdır. Proudhon bunu yıllar önce kendi lisanıyla haykırmıştı. Ben bugün onun sesine kendi sesimi katıyorum.
4. Emek, Onur ve Karşılıklı Yardımlaşma
Proudhon’un fikirlerinde beni en çok etkileyen şey, emeğe verdiği değer oldu. O, üretimi kutsallaştırmadı ama emeği onurlandırdı. “Karşılıklı mübadele” ilkesini savunurken, piyasa ekonomisini bir rekabet alanı değil; işbirliğinin zemini haline getirmeyi önerdi.
Ben de inanıyorum ki: İnsan alın teriyle özgürleşir. Kimse bir başkasının emeğinden çalarak zenginleşmemeli. Bu yüzden faizli kredilere, tefeciliğe, rantçılığa karşı Proudhon’un geliştirdiği “halk bankası” ve “emek kredisi” gibi çözümler bana asla yabancı gelmedi. Aksine, bunları İslâm'ın iktisadî ahlâkına çok yakın buldum.
Kapitalizme karşıyım ama tembelliğe de. Emek kutsaldır. Ve Proudhon bana bunu yeniden öğretti: İnsan üretmeli, paylaşmalı ve kimse kimseye kul olmamalı.
5. Bütün Farklara Rağmen, Teşekkür Ederim
Ben Proudhon’u bir kardeş gibi göremem; iman çizgimiz farklı, âhiretimiz ayrı. Fakat ona düşmanlık da edemem. Çünkü onun kaleminde adalet vardı. Çünkü o, zulmü yalnızca tanımadı, ona kafa tuttu. Bu başlı başına bir saygıyı hak eder.
Belki cennette birlikte olmayacağız. Belki onun defteri şirkle doludur. Ama ben burada, bu dünyada onun fikirlerinden öğrendim. Ve bunu saklamayacağım. Onun kalemi, bana İslâm’ı daha bilinçli savunmayı öğretti. Onun anarşizmi, bana devletin değil, cemaatin kıymetini hatırlattı.
Yazdıklarımı, hayatımın anlamı Elif Canpolat’ıma armağan ediyorum.
Keşke aramızda uzak mesafeler olmasaydı şimdi.
Ama merak etme; yıllar geçiyor, benim sana ulaşabilmem için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder